Tatmin


İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister…”
Farklı çevirileri olmakla birlikte bu bilindik Buhari/Müslim hadisinin özü hep aynı. İnsanoğlunun (ah evet bu sözcük cinsiyetçiydi değil mi!), insanlığın doymak bilmez iştahı!
Hakikaten bunun ne de çok, belki neredeyse insan sayısınca örnekleriyle dolu her yer ve her an!
Mesela, o güne dek ufak tefek, her yerde, herkesle olabilecek bir-iki küçük mevzu dışında hiçbir ciddi sorun yaşamamış dördü kız dördü erkek sekiz kardeşin en küçüğünün 60 yaşın üzerinde olduğu bir dönemde, yer bölüşümü yapılırken yaşananlara tanık olmuştum hayretler içinde! Ne hazin ki, çoğu da din-iman konularında hassasiyetleri olduğunu dışarıya açıkça yansıtmakta olan bu sekiz kardeşin bir kısmı bir kısmına küs dünyaya veda ettiler sonrasında!
Bu türden, maddi doyumsuzluğa dair deneyimlerin hikayeleri anlatmakla bitmez. Ama tatmin duygusunu yalnızca bu cenahta aramak biraz eksik olmaz mı?
Evet materyalist dünyanın temel dinamiklerinden biri olan maddesel birikimin insana özgürlük duygusu katabileceği ya da bu duyguyu güçlendirebileceği öne sürülebilir kolayca; ama tatmin duygusunu yaşatan insana yalnızca elle tutulur edinimler değil ki!
Bir başarının, huzura dair yaşanan bir iç doygunluğunun, mutluluğu iliklerine dek hissettiğin anların, başkalarının hayatına ve mutluluğuna pozitif katkı yaptığını açıkça duyumsadığındaki duygulanımın, değer verdiklerinin sana değer verdiğini fark ettiğindeki hazzın, yükümlülüklerini yerine getirmiş olma ferahlığının, ya da benzeri etkileşimlerin verdiği tatmin duygusu!?..
Bu noktada ben bir kavrama değinmek istiyorum: Sokrates’in ruh çözümlemesinde yer verdiği “timos” kavramı. Bu sözcüğün İngilizce kullanımlarında Türkçeye “canlılık, şevk” olarak çevrilebilecek “spiritedness” kullanılıyor. Nitekim Francis Fukuyama, bu kavramı da işlediği meşhur tartışmalı kitabı “Tarihin Sonu ve Son İnsan”da bu karşılığı tercih ederken, bir yandan da “cesaret, yürek, yüreklilik” tanımlarını da kabul etmiş, bu kitabın çevirisinde Zülfü Dicleli daha çok aynen orijinaliyle, “thymos” olarak bırakmış sözcüğü ki bence daha yerinde olmuş. Ben de Fukuyama’dan önemli ölçüde yararlandığım buradaki kullanımlarımda, Türkçe’nin ruhuna daha uygun olarak aynen okunduğu gibi yazıyorum! Aynı sözcüğü Sabahattin Eyüboğlu ve Mehmet Ali Cimcoz, Eflatun’un “Devlet”inin tercümesinde “yiğitlik” ile karşılama eğilimindeler. Saffet Babür’ün İtalyanca ve Almanca çevirileriyle karşılaştırmalı olarak orijinal Yunancadan aktardığını söylediği Aristo’nun “Nikomakhos’a Etik”inde ise sözcüğün “öfke” olarak çevrildiği görülüyor.
Kullanımı daha iyi anlayabilmek adına Eflatun’un kitabına baktığımızda, Sokrates’in ruhu, tıpkı devlet gibi, bilge, ölçülü ve yiğit biçiminde üç bölüme ayırdığı görülüyor. Fukuyama’nın da belirttiği gibi, bu sözcük, yani timos, Eflatun’da -belki- kararlılık, Rousseau’da “özsevgi” olarak tercüme edilebilecek “amour-propre”, Hegel’de kabul görme olarak nitelenmiş. Hatta Fukuyama’ya göre Nietzsche’yi insanı “kırmızı yanaklı hayvan” benzetmesine götüren bu duygu merkezi için, açık ve kabul görmüş bir tanımlama yapılmamış olmakla birlikte, konu, insanın kendisi ve çevresindeki diğer birey ve varlıklara yönelik biçtiği değerle ilgili bir kavram olarak açıklanmaya çalışılmaktadır.
Bu noktada Fukuyama’nın andığı, kavrama yönelik Machiavelli’deki insanın şöhreti arzu etmesi, Hobbes’taki gurur ve şöhret tutkusu, Alexander Hamilton’daki ün sevgisi, James Madison’daki hırs yaklaşımlarını -ki bunlar hubb-u cah olarak İslâmi literüterdeki karşılığa denk düşünülebilir-, kendilerinden yararlanmakla birlikte kavramın belirleyici tek yönü olarak yorumlamıyorum ve işbu mecrada daha eski kullanımların ışığında kavramı anlamaya çalışıyorum.
Buna göre, kişiliğin gurur, öfke ve utanç gibi duygularının kaynağı olarak bu timos, akıl ve arzudan tamamen farklı bir mecrada yer alan; insan kişiliğinin özgül politik yanıdır. Aynı zamanda insandaki bir tür doğuştan adalet mekanizmasını da içeren timos, Eflatun’da, bizim özsaygı nitelememize benzer bir yapıya da sahiptir. Etik anlayışlara ve dolayısıyla davranışlara temel oluşturan değerlerin çalıştığı yer, işte bu timostur.  Ve beslenmeye muhtaçtır!
Sonuç olarak, aranan doyum timosun dengeli beslenmesiyle oldukça ilintili sanırım. Oysa bunu gündelik yaşantımızda ne de az deneyimleyebiliyoruz. Arzuların tatmininin ise ancak bir ân-ı seyyale olduğunu bilmeyen var mıdır esasında? Akıl da nereye elini atsa, tam nereyi çözdüm dese yeni bir bilinmezlik deryasına gömüldüğünü, ne çok şey öğrendikçe ne çok şeyi daha bilmediğini öğrenmekle, biteviye doyumsuzluğa mahkûm! Öyleyse tatmini nerede aramalı?
Baştaki Buhari hadisinin devamında bir yanıt var: “İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur!

1 Yorum

Yorumlar kapatılmıştır.

Exit mobile version