“Ölüm asude bahar ülkesidir…” diye başlar bir dizesine Rindlerin Ölümü’nde Yahya Kemal.
Yani huzur ve sükûn diyarıdır buradaki anlatımla. Yaşamın sürgit cedelleşmelerinden kurtulma, dinginliğe kavuşma menzili.
Kim istemez ki huzuru? Hayatın kendisi zaten bitmek bilmez bir huzur arayışı iken, onu ancak hayata nokta koyduğunda buluyor olmak ne de ironik!
Evet, insan huzura yaşamındayken ermek ister ama nafile! Peki, sonrasındaki huzur menzili ise niçin o huzurlu mevkie geçiş pek arzu edilir bulunmamış ekseriyetle?
Üstad, “asude bahar ülkesi” nitelemesini rindlere, yani gönül erlerine özgü kılmış nitekim. Besbelli diğerleri için oradaki durum o kadar da rahat ve sakin olmayabilir!
Ne ilginç ki, evrendeki istisnasız her şey yok olup gitmeye, entropi yasasına kurban olmaya, varlığının ve neliğinin anlamının geçiciliğine mahkûm iken, biz canlılara ait bir tanımlama olarak ölüm, varlığını hiç değiştirmeden, ilelebet sürdürmektedir, sürdürecektir; ta ki ölecek bir canlı kalmayana dek!..
Böyle bakınca pekâlâ denebilir ki hayatta her şey yalan olabilir ama ölüm gerçektir! Değişmez, ortadan kaldırılamaz tek gerçeklik.
Oysa bu gerçeklik kadar yaygınlıkla kendisinden korku duyulan ikinci bir olgu tanımıyorum! Gerçeklikten neden korkulur? İnsan neyden korkar?
Ölümden gündelik yaşamda hiç söz etmemek, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak, tüm yaşam kurgusunu ölümün kaçınılmazlığını yadsıyarak inşa etmek ne kadar da irrasyonel!
Oysa bizim kültürel besin kaynaklarımızda ölümü çok anmanın kişinin erdemlerini geliştireceği, onun kemâline katkı yapacağı vurgulanarak çokça anılması öğütlenirmiş eskiden. Şimdi ise “neşemizi böyle tatsız şeylerle kaçırmanın âlemi yok” deniyor! Hayattaki belki de tek gerçek olan ölüm neden moral bozucu oluyor?
Üstelik, kendilerine inançlı diyen, ölümden sonra yaşamın devamına iman eden, hatta pek çoğu itibarıyla belki muvakkaten (bu zaman kavramını ötede nasıl düşünmeli bilemiyorum doğrusu) biraz bekletilip hırpalansa da nihayetinde cennete gideceğine neredeyse kesin gözüyle bakan bi dünya insan, cennete koşarak gitme hevesinde olması beklenirken, o yolun bir kapısı olan ölümden geçmekten ölesiye korkuyor.
Evet, bence ölüm enfes bir samimiyet testi sunuyor biz ölümlülere.
Heybemizde taşıdığımıza göre o ülkenin bizim için asude bir bahar ülkesi mi, yoksa sonsuz bir ateş çukuru mu, veyahut da büsbütün, tümden bir yok oluş girdabı mı olduğuna dair asıl, gerçek, sahici beklentimizi, tutumumuzu yansıtıyoruz ölüme dair yaklaşımımızda.
Hayat yükümüzün, içsel duruşumuzun, başkalarına karşı -hatta ihtimal, kendimize karşı bile- açıkça dile getiremediğimiz gerçek inancımızın, tüm yaşam ve var oluş algımızın açığa çıktığı bir turnusol kâğıdıdır ölümle ilgili refleksimiz.
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.