Lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor
karanlıklara.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
Kar…
Üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
Ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
Lambayı yakma, bırak!
Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum
Nazım Hikmet RAN
Erken gelen akşamlar canımızı sıkmazdı o zamanlar. Ne erken gelen akşamlar,ne erken gelen kar,
ne büyüklerimizin yüzünde okunan telaşlar umrumuzda olmazdı. Biz yağan ilk karı beklerdik. Öyle
güzel, öyle hevesli gelirdi ki kar. Günlerce yorulmadan, usanmadan yağar dururdu. Hiç dinmeyecek
sanırdık.
Sabah uyandığımızda ne penceremizde ne de kapımızda açılacak hal kalmazdı.
Pencerenin önündeki o ilk kar büyüleyici güzellikte olurdu.
Güneşin aydınlattığı zerreleri tıpkı bir cevher gibi pırıl pırıl parlardı. Ya bizim ona şaşkınlıkla
bakan gözlerimiz, onlar daha mı az parlak olurlardı?
Karın bütün meşakkatli işleri büyüklere, bütün saltanatı biz küçüklereydi elbet. Boyumuzu aşan
karların arasında, boyumuzu aşan işler yapma hevesinde olurduk.
Nereden bulup buluşturduğumuzu bizim de anlayamadığımız küreklerle, kar küreyip dururduk.
Evimizin kapısından ahır yoluna kadar bir patika yolu zor vururduk.
Bir kaç gün içinde karın direnci kırılırdı. Güneş ışığının cazibesine dayanamayıp gevşerdi.Boyu
bizim boyumuzun altına indi mi hükümranlık bizlere geçerdi. Eline naylon bir poşet geçiren,
mahallenin en dik yamacını tek solukta bulurdu.
O dik yamaçlardan kaymanın zevki bilmem başka nede vardır. Bu işin en tehlikeli yanı, annemizin
bizi turşu gibi olduğumuz anda görme ihtimaliydi. Eğer annemiz görmeden bir soba kenarı bulup
elbiselerimizi kurutmuşsak bizden bahtiyarı mı olurdu?
Sobanın etrafını saran tombul ve küçücük eller katılaşmaktan son anda kurtulurdu. Isınan eller
gevşedikçe acısı yüzlerimizden okunurdu. Ölü bir bedene can verilirken belki böyle bir ızdırap
duyulurdu. Ellerimize can gelirken, bir sevgiliyi affeder gibi affederdik
bize çektirdiği ızdırapları. Onu sevmekten vazgeçemezdik.
Kar ne güzel hatıralar biriktirirdi bize. O karlı gündüzlerin geceleri daha mı az güzel olurdu.
Annemin mavi çinko çaydanlığında kaynayan ıhlamurun buğusu dolaşırdı odayı azade. Fırına atılan
fındık, kabak, patates, elma. Sobanın etrafına kümelenmiş çocuklar. Kabukları soyan minik eller,
tebessümde suratlar. Çayla uzayıp giden muhabbetler. Anlatılan acı, tatlı hatıralar, hikayeler,
masallar. Sonra bir sazın içli seslenişleri. Bilgisayara, telefona esir olmayan özgür ruhlar. Özgür
ruhlardan kanatlanan hayaller. Ve bütün bunların gölgesinde bir ailenin birbirine kenetlenişi.
Şimdi öyle uzak ki o geceler, o kışlar. O gecelerin içinde tavanda yakamozlanan alevler. O ocakların
etrafında uzayıp giden sohbetler. O kışların içinde birbirine değen sıcacık insan yürekleri.
Dün anladım bunu. O kışların artık bana ne kadar uzak olduğunu. Dün penceremden, keyifsizce
yağan kara bakarken anladım bunu.
Esasında önce içimde bir umut belirmişti. Yılın ilk karı olacaktı bu. Uzun zamandır büyük bir
özlemle onu bekliyordum.
Nazım’ınki kadar güzel olmasa da ona şiirler yazmıştım. Kolları pembe çiçek desenli beyaz kışlık
kazağımı, mavi atkımı, mavi eldivenlerimi çıkarmıştım. Onun için süslenip hazırlanacaktım. Onu
beyaz ve mavilerle karşılayacaktım.
O bir düş gibi yağacaktı üstüme. Beni sarıp sarmalayacaktı. Sere serpe yatacaktım bembeyaz
kollarına. Ve şiirimi okuyacaktım ona. Ne kadar özlediğimi, ne kadar beklediğimi söyleyecektim.
Yalnız onunla vakit geçirirken çocuklaştığımı ve bedenim ne kadar soğuksa, ruhumun onca sıcak
olduğunu söyleyecektim.
Fakat öyle keyifsiz geliyordu ki. Onu kendime hiç böyle uzak hissetmemiştim. Belli ki bu sefer
kalıcı gelmiyordu.
Ellerime dokununca anladım bunu. Elleri ellerime değince eriyordu. Üşüyordum. Halbuki öyle
azdı ki dokunuşları, ben neden üşüyordum?
Çocukluğumda ki gibi gelsin istiyordum. Gelişleriyle içimi ısıtsın, uzun uzun benle kalsın
istiyordum. Oysaki o bir yabancı gibi uğrayıp gidiyordu.
Neden değişti her şeyin yüzü? Hissettiklerimin, benim, sevdiklerimin, mevsimlerin. Daha da
değişiyor, korkuyorum.
Bir gün ben de o hatıraların içinde kaybolup gitsem. Daha fazla kirlenmeden, eskimeden benim ve
her şeyin yüzü. Herkes beni de bembeyaz bir kar gibi hatırlasa…
Karlar giderken beni de götürseler temiz ve mutlu dünyalarına… Her yer beyaz olsa, bembeyaz
olsa…
Deniz Ece ARMİN