İnsanın Anlam Arayışı Üzerine

‘’Yaşamak için bir nedeni olan kişi,neredeyse tüm nasıllara dayanır ‘’ der Nietzsche. Frankl insanın anlam arayışında bu cümlenin etrafında gezinir. Eğer bir anlam varsa kişinin yaşamında o zaman her ne şartta olursa olsun ,nasıllara katlanır. Çözüm arayışı içinde bulur kendisini.

Frankl ,bir insanın asla yaşayamayacağı kamp ortamlarında ,ağır işkence şartlarında nasıl olup da hayatta kalınabileceğini hatta mizah bile yapabilecek durumlara sahip olunduğundan bahsediyor İnsanın Anlam Arayışında.

Hayata tutunma çabasında kimi zaman sevilen insanlara ilişkin sıkı sıkıya korunan imgeler görüyoruz Victor’ un söylemlerinde. Ya da dini duygular ya da keskin bir mizah duygusu hatta doğanın şifa kaynağı güzellikleri ( gün doğuşu, gecede ay, bir ağacın yapraklarının rüzgarla dansı) bunlara kaçamak bakışlarla da olsa bakabilen tutsakların ,o bakışlarla hayata tutunuşlarının şahidi olarak görüyor kendisini Frankl. Hayat ile ölüm arasındaki o ince çizgide yaşayan kamp sakinlerinin varoluş mücadelesinde tüm ahlak kuramlarını nasıl yıkabildiklerini gözlemliyor. Asla yapmam denilen şeylerin bazen bir lokma ekmek için nasıl da yapılabileceğinin düşüncesini atıyor ruhlarımıza. Bilmem kaç gün yemek yemeden yaşayamaz insan denilen klişelerin doğruluk payının olmadığının görgü şahidi oluyor. Normalde en ufak seste uykusu bölünenlerin yanı başında avaz avaz bağıran diğer tutukluları hiç duymadan uykularına devam edebilmeleri söz konusuydu diyor .

Hayat bir anlam arayışı serüveni.. İnsanın doğumundan başlayıp ölümüne kadar geçen süreçte yaşadıkları, yaşamak istedikleri, yaşamak istemedikleri ile kurgulanan uzun bir yolculuk. Var oluş nedenini arama ve bunu anlamlandırma çabası aslında. Kendi gerçekliğinden çıkıp ,yok oluş arketipleriyle donandığı ,kendi mitini yarattığı bir süreç. Bazen nasıllara rağmen, bazen ise merak duygusuyla süregelen bir varoluş çabası. Hangi türden olursa olsun yaşamak anlamını insanın kendi küçük dünyasındaki yaşanmışlıklarıyla buluyor. İçinde yaşadığı şartlar, koşullar, duygu durumları ne olursa olsun hep o bir anlık nefes için oluyor her şey. O ana sığdırılan nefesi tekrar alıp verebilmek kaygısı sarıyor ruhunu ister istemez.

En olumlu ortamlardan tutunda en olumsuz koşullara kadar yaşanılan duygu değişimlerinin aslında tutunduğu ortak noktadır anlam arayışı…Frankl kitabının çoğu yerinde defaatle değinir buna. Toplama kampları bir insanın yaşayabileceği en ağır şartları barındırmasına rağmen, kişi hayatta kalmayı tercih eder çoğu zaman. Elektrikli tellere koşan insan için ise anlam arayışı bitmiş ve o yok oluş girdabına çekilmiştir artık. Frankl tüm yaşadıklarına ağır ağır tükenen bedeninin ona yaşamak için izin vermeyişinin can yakıcı ruh bunalımlarının yanında bile telleri gitmeyi bir an bile düşünmediğini söylüyor. Peki neden birileri ölümü seçerken, birilerinin hayatta kalmak için savaşması bir tercih oluyor? Hangi duygu durumu ,hayat ile ölüm arasındaki o ince çizgiyi hayattan yana çiziyor? Frankl insanın anlam arayışının işte bu çizgiyi yaşamaktan yana çizdiğini ,kamptan kesitlerle bize anlatıyor.

Bir lokma ekmeğin, bir yudum suyun büyüsüne kapılıp az önce konuştuğu insanın ruhsuz ölü bakışlarıyla karşılaşmak ve duygu yitiminin başlamasına da değiniyor Frankl. Sıradan normal dediğimiz günlük yaşantımız içinde rastlayıp trajedi ya da travma yaratabilecek olaylar karşısında ,kamp hayatında nasıl da duygu yitimi yaşayıp ,kendi yaşamını sürdürme çabasının devam ettiğini de gözlemliyor. ‘Duygu yitimi, duyarsızlık o şartlar altında her gün karşı karşıya kalınan işkencelere karşı da olunca aslında koruyucu bir kabuk oluşmuş oluyordu ‘diyor.

Auschwitz ölüm kampında yaşanılanlar bir çok klişenin de aslında yalan olduğunu ortaya koyuyor. Ya da daha doğru bir ifadeyle yaşamak için sahip olduklarımızın belki de çoğunun konfor olduğunu, onlarsız yaşamayız dediğimiz bir çok şey olmadan da hayatta kalınabileceğini anlatıyor yaşananlar. Elbette ki o şartları kimse yaşamak istemez asla. Ama mevcut şartların içinde mutlu olma çabası eğer istenirse hiçte boş bir uğraş değil bunu bize bir kez daha göstermiş oluyor Frankl.

Bir başka yerde şöyle diyor; ‘yaşamımda ilk kez ,onca şair tarafından dile getirilen ,onca düşünür tarafından nihai bilgelik olarak ortaya konan gerçeği gördüm. Gerçek: İnsanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef sevgidir. İnsanın sevgi ile kurtuluşu…Dünyada hiçbir şeyi kalmayan bir insanın kısa bir an bile olsa sevdiği insana ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım’ diyor ..

‘Beni kalbine mühürle..Sevgi ölüm kadar güçlüdür.’

‘Dünya ne kadar güzel olabilirdi! Bazen sevdiğinin hülyasına tutunan insan bazen ise, yapmak zorunda olduğu demiryolu inşaatı sırasında gün batımının gökyüzünde oluşturduğu o muazzam tabloya tutunuyor ve beraberindekilere de bunu göstererek yaşamak için bir sebep daha yaratıyordu. Böylece eli kulağında ölümün umutsuzluğuna karşı son bir şiddetli isyan anında ruhumun beni çevreleyen iç karartıcı hüznü parçaladığını hissediyordum’ diyen Frankl’ bunun bu umutsuz, anlamsız dünyayı aştığını hissettim ve nihai amacın varlığına ilişkin soruma bir yerlerden ‘ EVET ‘yanıtını duydum ‘diyor.

İnsanın anlam arayışın devam ettirdiği her bir süreç, hayata tutunma nedenlerini de yoluna mihenk taşları gibi dizdiği uzun bir koridor. İşte bu noktada yaşamak mı ölmek mi sorusunun içinde buluruz kendimizi. Ya da cevap bulma çabasından çok sorular sormaya devam etmek sanki daha çıkar bir yol gibi görünüyor, değil mi?

Exit mobile version