Umut Hiç Gitmesin

Saatin alarmının çalmasıyla hızla yataktan kalktı. Bugün önemli bir gündü. Geç kalamazdı. Çizimleri ilk defa görücüye çıkıyordu. Heyecanını zor bastırıyordu. Mutluluğu yüzüne tatlı bir gülümseme oturtmuştu. Hızlıca giyindi, birkaç lokma bir şeyler atıştırıp yola düştü. Otobüsün gecikme durumunu hesaplayıp bir önceki otobüse binmeyi kararlaştırmıştı. Erken giderim beklerim diye düşünmüştü. Otobüse bindiğinde görüşmesine bir saatten fazla vardı. On dakika sonra gideceği yere varacaktı. Bir saate yakın bekleyecekti ama bunların bir önemi yoktu. Çizimleri beğenilirse ülkenin en iyi markalarından birinin stilisti olarak kariyer hayatına başlayacaktı. Kendisini güzel, büyük bir binanın en geniş odalarından birinde bir masanın başında çizim yaparken hayal etti.

              ‘’Uyanıyor’’, ‘’kendine geliyor’’ sözleri kulaklarında uğulduyordu. Annesinin sesiydi. Neler oluyordu? En son hatırladığı şey otobüste, iş görüşmesine gittiğiydi. Gözlerini yavaşça açtı. Bütün ailesi karşısında, dolu gözlerle kendisine bakıyordu. Bana ne oldu? diye sordu. Annesi otobüste bayıldığını, hastaneye kaldırıldığını, ateşinin çıktığını, bilincini yitirdiğini ve altı aydır burada olduğunu söyledi. Kulaklarına inanamıyordu. Altı aydır hastanede miydi? Hep bu yatakta mıydı? Aslında bir ara uyandığını ama hiçbir şey hatırlamadan dolaştığını anlattılar. Hastalığının ne olduğunu sordu. Doktorların araştırdığını ama henüz ne olduğunu bulamadıklarını söylediler. Yatağında doğrulmak istedi ama bir tuhaflık vardı. Rahat hareket edemiyordu. Ablası yüzünde saklamaya çalıştığı acı bir ifadeyle yardım edeyim, dedi. Neler oluyor der gibi yüzüne baktı. Ablası ayaklarını hareket ettiremediğini söyledi gözlerini ondan kaçırarak. Gerçeği o zaman anladı. Ayakları tutmuyordu. Yürüyemeyecekti. Bilinçsizce yattığı günlerde yürüyebiliyorken bilinci yerine geldiğinde bu yetisini kaybetmişti. Kısa bir dağılmadan sonra kendini topladı. Vardı bunda da bir hayır, üzülmeyin diyerek ailesini teselli etti.

        Hastanede yapılacak bir şey kalmamıştı. Artık evine gidebilecekti. Ama hayatına yeni bir eşya dahil olmuştu. Artık onsuz yaşayamayacaktı. Bundan sonra gittiği yerlerde onunla rahat hareket edebileceği geniş yerler aramak zorunda kalacaktı. Birinin yardımı olmadan evden çıkamayacak, tek başına hiçbir yere gidemeyecekti. Evinden başka bir eve gittiğinde tekerleklerini silmek zorunda kalacak, temiz olduğundan emin olamayarak hep rahatsızlık duyacaktı. Evde bile tekerlekli sandalyesi olmadan yan odaya geçemeyecekti. Bütün bunlara alıştı. Bütün zorluklara katlandı. İnanıyordu çünkü bir gün eski hayatına kavuşacağına. Hiç kimse ondan şikayet sözleri duymadı. O kadar çok eğitici programlar izliyordu ki birçok konuda ona danışır oldular çevresindekiler. İlk zamanlar ailesi ağzından çıkacak bir söze bakıyordu. Her isteğini yerine getirmek için yarışıyorlardı. Babası onu istediği yere götürmesi için biriyle anlaşmıştı. Erkek kardeşleri sırayla gelip onu kucaklarına alarak evden çıkarıyorlardı.  Hareketleri kısıtlanmış olsa da yine de istediklerini yapabiliyordu. Herkese bir gün yürüyeceğini, eski sağlığına kavuşacağına inandığını söylüyordu.

           Günler yürüyeceğine dair umutlarını kaybetmeden ilerliyordu. Ama bir akşam babası aniden rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Yapılan tetkiklerden sonra dördüncü evre akciğer kanseri olduğu anlaşıldı. İçine bir kor düşmüştü. Dayanması zordu. Bir ay sonra babasını kaybetti. Ama onun kaybı diğer çocukların babasını kaybetmesi gibi olmadı. Çünkü anladı ki babası onun yaşamını kolaylaştırmak için evde otoritesini kullanıyordu. Babasının gidişiyle istediklerini yapabilme kabiliyeti gün geçtikçe azaldı. Önce onu istediği yere götürmek için babasının ayarladığı kişiye verilen para fazla bulundu. Kardeşlerinde bel fıtığı görülmeye başlandı. Evden çok seyrek çıkmaya başladı. Zaten evden çıkmıyorsun diye giysi alması da fazla bulundu. Oysaki iyi giyinmek, renkleri, modelleri birbirine uydurmak hayatta en zevk aldığı şeydi. Ama bunlarda önemli değildi. Yürüyeceğine olan inancı onu ayakta tutmaya devam ediyordu. En anlamadığı şey yürüyebilen, kimseye ihtiyacı olmadan yaşayabilen insanların basit küçük sebeplere takılarak hayatlarını kendilerine zindan etmeleriydi. İşte buna çok içerliyordu. Yaşamak için çektiği sıkıntılara, verdiği mücadeleye rağmen yaşamaktan vazgeçmiyordu. Fakat hayat sanki onun bu yaşama arzusunu sınıyordu. Bağırsak sorunları yaşamaya başladı. Artık günün yarısını banyoda geçiriyordu. Ardından gece uykusuzluğu, daha sonra da üşüme ile savaştı. O tam bir savaşçıydı. Hepsiyle mücadele etmeye yetecek yüreğe sahipti. Kendi hastalıklarıyla dalga geçiyor, bir gün hepsinin biteceğini söylüyordu ziyarete gelenlere. Bu arada ziyarete gelenlerde azalmıştı. Birkaç arkadaşından başka gelen olmuyordu artık. Onun içindeki umut çiçekleri hiç solmuyordu gene de.

           Çok nadir dışarıya çıktığı günlerden biriydi. Kardeşinin dikkatsizliği yüzünden tekerlekli sandalyesinden dizinin üstüne düştü. Canı çok acıyordu. Hastaneye gittiklerinde dizinin kırıldığını öğrendi. Hemen ameliyata alındı. Doktorun ameliyat öncesi yapması gereken bir işlemi yapmayı unutması sebebiyle kalçasında kocaman bir oyuk açıldı. Bu sebeple sekiz ay hastanede yattı. Artık onun yıllardır yoldaşı olduğu tekerlekli sandalyesini bile kullanamıyordu. İki metrelik bir yatağın içinde geçiyordu hayatı. Ama o bu olayın bile boşuna başına gelmediğini düşünüyor herkese umut dağıtmaya devam ediyordu.   

Bir Yorum Yaz

Lütfen Yorumunuzu Giriniz
İsminizi lütfen buraya yazınız