Ve o gece… yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki silecekler en hızlı hareket ettiğinde bile görüş alanı net değildi. Hızını azalttı, kontrollü olmaya çalışıyordu. “Hay bin bereket bardaktan boşanıyor mübarek” diyerek yüzünü buruşturdu. Önlerinden geçtiği apartmanlarda ışıklar yanıyordu. Şimdi evde olmak vardı anasını satıyım, dedi. Sıcacık odada kanepeye ayaklarımı uzatmış, bir elimde çay bir elimde kumanda olmalıydı. Kahpe felek mecbur olmasam ne işim var bu yağmurda gecenin bir yarısı. Kuytu bir yer bulup beklemeyi düşündü. Bu semti çok iyi bilmiyordu. Önüne bir yokuş çıktı. Hızını daha da azalttı ama araba yokuşa doğru birden hızlandı ve direksiyon hakimiyetini kaybetti. Frene basamazdı, bu arabanın daha da hızlanmasına sebep olurdu. El frenini çekmek en iyisiydi. Elini tam atmak üzereyken araba sert bir cisme çarptı ve bir karaltı sol tarafından uçarak geçti. Yaşadığı o heyecanla el frenini çekmeyi de unutmuştu araba yokuşun sonuna gelince mecburen direksiyonu sağa kırdı. Ancak o zaman çekebildi ve arabayı durdurabildi. Neye çarpmıştı? Ya çarptığı bir insansa. Araba olay mahallinden o kadar hızlı inmişti ki en az bir kilometre bu sicim gibi yağmurda hem de o dik yokuşu yürümesi gerekiyordu. Zaten suçlu değildi direksiyon hakimiyetini kaybettiği sırada yaşanmıştı olay. Ama polis buna inanır mıydı? En iyisi yoluma devam etmek, diye düşündü. Ama ya bir insansa ve yardıma ihtiyacı varsa. Bu sefer bu düşünceye takılıyor inip bakmayı istiyordu. Zihnindeki tüm düşünce sistemleri tam zamanlı çalışmaya başlamıştı. Git bak diyenler, yoluna devam et diyenler, en yakın karakola git diyenler, ambulans çağır diyenler. En son bu yağmurda dışarıda insan olmaz diye insanın kendini temize çıkarmayı seven düşünceyi seçti ve ağır ağır yoluna devam etti. Artık ne apartmanlardan yayılan ışıklara bakıyor ne de evde olma hayali kuruyordu. Yağmuru bile duymuyordu. Aklında bir filmin fragmanı gibi devamlı dönüp duran soru vardı: “Doğru kararı vermiş miydi?” Bir süre caddenin sağından sağından 20 km hızla ilerledi. O sırada orta yaşlı bir adam taksi çağırmak isteyenlerin yaptığı el işaretini yaptı. Bir anlığına bu düşüncelerden sıyrılıp yolcuyu arabaya aldı. Bir taraftan da hani bu yağmurda kimse olmazdı? Diyerek kendine çıkıştı. Adam havaalanına gitmek istiyordu. Buna canı sıkıldı. Sanki oradan uzaklaşmaması gerekirmiş gibi bir his vardı içinde. Ama bu yağmurda kimseyi indirmemesi gerektiğinin de farkındaydı. Yarım saat sonra havaalanındaydı. Yolcuyu indirip kendisi de arabadan indi. Sağ arka ve ön tamponları kontrol etti. Bir hasar görünmüyordu. Çarpma anında duyduğu ses hala kulaklarındaydı. Bu durum şu anlama geliyordu. Yumuşak ve hacim olarak ağır bir cisme çarpmıştı. Bu da ancak bir insana ait olabilirdi. Çok sarsıldı. Hemen dönmesi gerektiğinin farkındaydı. Ama içindeki ses “Senin bir suçun yok” diye yüksek sesle tekrar ediyordu. Korkunun ecele faydası yok deyip yönünü olayın meydana geldiği istikamete çevirdi. Bu sırada ortalık da yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Yağmur yavaşlamış, açık pencereden içeri toprak kokusu girmişti. Önceden olsa derin nefes alıp kokuyu içine çeker: “İnsan yaşadığını hissediyor be!” derdi. Şimdi ise içinde duyduğu sanrılar yüzünden hiçbir şey düşünemiyordu. Çarptığı cismin olduğu yokuşa geldi. Yüreği ağzında, etrafına pürdikkat bakarak yokuşu çıktı. Görünürde bir şey yoktu. Arabayı park etti. Daha yakından görmek için yürümeye başladı. Gözü yerde kan izleri arıyordu. Karış karış aradı ama bir şey bulamadı. Belki de birisi bulup hastaneye kaldırmıştır. Kan izlerini de yağmur temizlemiştir diye geçirdi aklından. Ama içindeki sorular susmamıştı. En yakın hastaneye mi gitseydi? Ama kim olduğunu bilmeden nasıl soracaktı? Bu sorulara son vermenin tek yolu kalmıştı. Karakola gitmeliydi. Olayı anlatmalı, verilecek cezaya razı olmalıydı. Bir an içinde gece yaşanan olaydan sonra ilk defa rahatlama hissetti. Bu sıkıntıyla yaşayacağıma cezamı çekerim daha iyi, dedi. Karakol binasının önünde durdu. Özgür olarak nefes alacağı son dakikalarda bulunduğunu düşündü. Havayı içine derin derin çekti. Ağır adımlarla yürürken içinden düşünceler resmi geçit yapıyordu. Keşke o yağmurda işe çıkmasaydım, keşke o yokuştan inmeseydim, keşke çarptığım anda dönüp baksaydım…Sonunda bir polis memuruna seslendi. Dün gece yaşadığı olayı anlattı. Polis memuru onu bir odaya aldı ve biraz beklemesini söyledi. On dakika kadar bekledi. On yıldır beklemiş gibi hissetti. Sonra odaya yaşı da rütbesi de daha fazla olduğu anlaşılan başka bir polis girdi. Adını soyadını sordu. Olayın geçtiği adresi sordu. Sonrasında masanın üstünde ve kendisine dönük olarak duran masaüstü bilgisayarı açıp incelemeye koyuldu. İzlerken ara sıra kendisine baktığını hissediyor korkusu daha da artıyordu. Kalp atışları hızlanmıştı. Herhalde ilk önce nezarete atarlar, sonra da mahkemeye çıkarım diye düşünüyordu. Avukat bulmalıyım, aramama izin verirlerse Semra’yı ararım o bana bulur diye geçirdi zihninden. Bu düşünceler içindeyken göz ucuyla da polise bakıyordu. Acaba görüntülere ulaşmış mıdır? Diyerek. Bu sırada garip bir durum oldu. Polis görüntülere bakarken gülümsemeye başladı. Bu polislerde de hiç kalp kalmamış. Yaşadıkları olaylar onları hissizleştirmiş, diye düşünüyordu. Gülecek ne vardı? Polis gülmesini sürdürerek masanın diğer tarafına yani yanına gelmesini söyledi. Biraz sonra tüm gece yaşadığı trajediyi bir film izler gibi izleyecek ve kaderi belli olacaktı. Polis ekranı açtı. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Kaza yaptığı yokuştan birkaç dakika önce bir kamyonun geçtiğini gördü önce. Kamyondan bir yük düşüyor, arkasından kendisi geliyor ve taksisi zikzaklar çizerek inerken kamyondan düşen yüke çarpıyor, yük fırlayarak yanından geçiyor ama aynı zamanda kayan aracının hızını kestiği için durmasına da yarıyor. Aradan yarım saat geçtikten sonra kamyon geri geliyor ve düşürdüğü yükü kamyona tekrar yüklüyor. Polis burada durdurup gülerek sordu: “Kamyon şoföründen davacı mısınız?” bu soruyu anlamamış gibi polisin yüzüne baktı. Sonra kendisini toparladı, rahatlamıştı: “Sanırım bilmeden bana faydası dokunmuş, davacı değil teşekkür etmem gerek” deyip koltuğa rahatça yerleşti. Karakoldan çıkarken güneş iyice kendini göstermişti. Arabasına binmeden bu güzel havayı içine çekerek gülümsedi.