Bir ormandamıydım hatırlamıyorum ama yürüyordum.Aylardan ağustostu ama hava buz kesiyordu. Birde kısa kollu palto ile kırmızı renkli dantelli bir şort giymiştim.
Yürüyordum ama bir ağacın yanından ayrılamıyordum.
Bir çiftçi vardı tAkım elbise giymişti siyah renkli.Mevsim yazdı oysa o siyah takım elbise giymişti. Yanımda duram ama yanıma hiç mi hiç yaklaşmayan bir kadın vardı. Takım elbiseli çiftçi yanında büyücü kılıklı bir kadın..
Sonra ne zaman vardım bilmiyorum bir köye vardım. Aslında hiç bir köyde gökdelene veya metroya rastlamamıştım ama köydü…
Adı küçükköydü..
Derken köy denizde bitti..Alabildiğine okyanus ama dalga yok. Bir translantik geçiyor ama bacası yok…
İki tane at çıkıyor, atlar suyun üstünde uçuyor ama kanatları yok..
Nefes alıyor muydum yoksa suyun altında mıydım? Erkek miydim yoksa satanist mi? Aslında bir otelin havuzunda güneşleniyordum. Otelin değil ama havuzun sahibiydim.. Galiba oğlum miras bırakmıştı. Bende dedeme miras bırakacaktım ama dedelerim ölmüştü..Zaten köydende çoktan bıkmıştım..
Akşam üstü uyandım.. Yatağımı bozdum. Fırçamı dişledim. Sonra arabamı garaja çekip evden çıktım..
Aslında bir işim yoktu ama iş bulmam zor olmazdı. Bu yüzden işimi bulmaya çıkmıştım..Sonra eski patronumu gördüm.Aslında gördüğümü sandım.Sadece sesini ellerimde hissettim. Elimi yakıyor kokusu gözlerimi kör ediyordu..Artık arabaya binemeyeceğimi biliyordum. O girdi içeri sonra, hayatımın anlamı, gözleri dünyanın en güzel gözleri, kulakları asaletin timsaliydi.Gayet düzgün bir vücudu ve onu taşıyan kaslı bacakları vardı.. Kuyruğunu bir sağa bir sola sallarken sarı dişleri gösterecek şekilde ağzını açıp kafasını yukarı kaldırıp anırmaya başladı…Bu benim eşeğimdi..O 40 yaşlarında olmasına rağmen genç sayılırdı. Benden önceki sahibi bir süryaniydi.Onun sayesinde holding kuran bir süryani. O ve Bir süryani….
Çocuk parkı boştu ama çocuklar oynamaya devam ediyordu. Dünyanın dertten tasadan kurtulamayan tek yeriydi burası. Salıncakta sallanan çocuk “Ne zaman düşeceğimde kurtulacağım bu işkenceden” diye bağırırken gerillalar bir çelenk koydu Humeyni’nin büstünün önüne…Aslında büst Humeyni ve Hitlerin dostluğunu tasvir etmiyordu ama ikisinin heykelleri birbirine sarılmış barış işareti yapıyordu… Büstün altında bir yazı: “Dünyanın en büyük erdemi savaştır. Barış aşağılıkların layık olduğu bir durumdur.” diyordu…
Öğlene doğru hava karardı. Oysa mevsim yazdı ve hava buz kesiyordu. Bir polis “yazıyor yazıyor politikacıların yürüyüşünü yazıyor.” diye bağırıyordu…Bir çocuk taş attı.Polisin ayağına gelmişti ama Polis ölmüştü..Bütün çocuklar yerde yatan ölü polisin önce elbiselerini sonra sırayla kolunu bacağını gözlerini ve kalbini yiyiyordu.. Birer melek gibi saldırıyorlardı soğuk polise..Sonra postacı geldi ve polisi pastaneye götürdü.Suçu büyüktü cezasıda öyle..
Öylece yürüyordum hiç durmadan.. Sadece çevremi gözlemliyor, pencereden sarkarak sokaktan geçen erkeklere asılan kızlara bakıyordum.. Bir tanesi beni görmüş olmalı ki bana siyah bir diken attı. Dikeni gördüğümde çok sevindim.Çünkü siyah dikenin anlamı yoktu..Bu dikenin benim için anlamı büyüktü bu yüzden hiç beklemeden çöpe attım..
Yürümekten yorulduğumu farkettiğimde koşmaya başladım. Daha fazla enerji harcayarak daha az yol gideceğimi biliyordum..Uzayda sürünmek çok farklıydı. Amam mevsim yaz ve hava hala soğuktu. Öylece yürürken güneşin benim etrafımda döndüğünü gördüm sonra kendi mezarımın başında dua ettim suları çiçekledim…..