Piyanonun başında bir sanatçının parmakları zarif bir şekilde tuşlara dokunurken, notalara baktığında gözlerindeki hüzün ve acı, bir başka sanatçı kemanın yayını titretirken, kalbinin derinlerinden gelen hislerini açığa çıkarmaktadır, yaşadığı hayatın çaresizliğini, ümitsizliğini. Acıları hissettirir kemanında. Yine başka biri sazına, gitarına dokunur benliğinin derinlerinden gelenlerle birlikte.
Ressamın fırça darbelerinin ucundadır yaşamı. Tablosunda hayat bulur hayatının bilinmezleri, ruhunda kimsenin bilmediği yaralı düşünceleri tablodadır. Yine bir edebiyatçının yazdıkları, bir şairin şiirleri dökülürken kalemin ucundan kâğıda, içine akıtılan bazen de kâğıtla buluşan gözyaşı seli değil midir kelimelerin yanında akıp giden?Bestelenenler, yazılanlar, resmedilenler kendinden bir parça değil midir aslında?
“Burnumun direği sızladı” deyimi vardır. Bir haber duyduğunda bir olay gördüğünde hissedersin.Çocukluğunda ve erken gençlik döneminde pek anlamazdı bu deyimi, gençliğinin hızlı ve enerjik yaşamında pek hissetmedi bu sızıyı. Ta ki bir eski şarkıyı duyana kadar. Meğer ne çok zaman geçmiş duyduğu ilk günden bu zamana kadar. Ezgiler nostaljik olmasada zamanın gerisinde kaldığı kesindi.
Hiç aklına gelmemişti bu şarkının burnunun direğini sızlatacağı. Dünyanın neresinde olursa olsun duygular, yaşananlar, hisler ortak olursa nerede olduğunun hangi dili konuştuğunun veya söylediğinin bir anlamı olamadığını fark etti bir an. Anılar ne kadar derinde kalmıştı. “Kalbinin derinliklerine gömülen çocukluk anıları. Bir şarkı…Eski ama eskimeyen; “Aşk, yeniden akdenizin tuzu gibi …” ve diğer şarkılar şiirler. Kömür tozu gibi kararmış tozlar örtmüştür anıların üstünü. Katman katman yılların birikimi. Tozun altında kalsa da anılar hep orda” diye düşündü bira an tozlu düşüncelerinin arasında.
İmgeler ilk günkü gibi canlı durmaktadır kalbinin köşesinde ve belleğinin derinliklerinde. Keman, piyano, şiir, tablo veya bir sesle karşısına çıkacaktır zaman zaman anılar ve sızı.