Nadya

Öğle arasında bir gariplik olduğu belliydi. Gökyüzü grinin en koyu rengiyle sarmalamıştı şehri. Rüzgar önce yavaş esmeye başlamış, sonrasında tüm gücünü artırarak dükkanların üzerindeki beton tenteleri, binaların çatılarını ve daha gücüm nelere yetebilir görün der gibi boğazdaki köprüleri bile sallamaya başlamıştı. Üstelik çığlıkları andıran uğultulu bir ses de olumsuz bir enerji yayıyordu insanların üzerinde. Dersi işlemeyi bırakmış çocukları sakinleştirmeye uğraşıyordu. Bir tanesi: ‘’annemi aramak istiyorum, anneme bir şey mi oldu?’’ dedikten sonra sırayla her veliyi aramak zorunda kaldı. Bulunduğu sınıf okulun dış tarafına kurulmuş olan spor salonuna bakıyordu. Salonun üzerine çekilmiş branda önce sıkıca tutturulduğu demirlerden ayrılıyor, sonra da sağa sola savruluyor, salon tamamen açıkta kalıyordu. Bu manzara çocukları daha çok korkutuyor, ağlama sesleri yükseliyordu. Biraz sonra müdür okulun çatı kısımlarından taşlar düşüyor, kimse dışarı çıkmasın uyarısı yapınca ortalık daha da karıştı. Bazı öğretmenler sosyal medya hesaplarından uçan çatıları, yollarda meydana gelen trafik kazalarını sayıp dökmeye başladı. Tam bir kargaşa hali hüküm sürmeye başladı. Ön kapı kapatıldı. Veliler arka kapıdan okula gelmeye başladı. Öğrenciler tahliye edildi. Sıra öğretmenlere gelmişti. Herkes korkuyla arabalarına gidiyor, yolda çevre binalardan kopup gelen herhangi bir cisimle karşılaşmamak için bildikleri tüm duaları okuyorlardı. Arabaya bindiğinde günlerden pazartesi olduğu aklına geldi. Özel dersi olduğunu hatırladı. Ama böyle bir günde gitmesini beklemezlerdi herhalde. Bu sebeple aramaya bile gerek görmeden evinin olduğu tarafa doğru hareket etti. Normalde on dakikalık olan yol korkunun insana bindirdiği yükle on saatmiş gibi geldi. Eve girer girmez rahatlamıştı. Önce sıcak bir çay demler kendime atıştırmalık bir şeyler hazırlar, yaşadığım gerginliği üzerimden atarım diye düşündü. Çaydanlığı eline almış su koymaya hazırlanıyordu ki telefonun sesini duydu,Yasemin Hanım arıyordu. Ders verdiği Nadya’ nın annesi…Açmak istemedi, duymamazlıktan gelmek istedi ama çalmaya devam ett. Telefonun açma tuşuna bastığında Yasemin Hanım’ ın telaşlı sesiyle karşılaştı: ‘’ Geliyorsunuz değil mi?’’ bu soru karşısında şaşkınlığını gizleyemedi: ‘’Yasemin Hanım hiç dışarıya baktınız mı? Okuldan eve gelirken bile zorlandım. Maalesef gelemem’’dedi. Fakat Yasemin Hanım’ ın ısrarı sürdü, ‘’lütfen gelin, biliyorsunuz yarın Nadya’ nın sınavı var. ben sizi şoförle aldırtır, sonrasında da evinize bıraktırırım.’’

Ah Nadya! Seninle karşılaştığım ilk anı hatırladım. Seni görür görmez sevmiştim. Annenle ders programını düzenlerken fark etmiştim, senin yaşında bir çocuğa ne ağır bir sorumluluk yüklendiğini…Okuldan geldikten sonra ancak yarım saat veriliyordu dinlenmen için. Sonra sırasıyla matematik, Fransızca, fen hocaları geliyor, ertesi gün Türkçe, sosyal yine matematik şeklinde uzayıp gidiyordu. Annene bu programın on bir yaşında bir çocuk için çok fazla olduğunu söylemeye çalıştım ama nafile…Senin için doğru olanın bu olduğuna inanmıştı bir kere… Odana baktım önce… her şeyin vardı. Renkli, kokulu kalemlerin, sıra sıra kitapların; gardroplar dolusu kıyafetlerin, pofuduk terliklerin; dizüstü bilgisayarın, telefonun, tabletin… olmayan tek şeyin ise oyun oynama vaktindi. Aslında gözlerin yardım çığlıkları atıyordu. Denizde boğulan bir insanın son çırpınışları gibi çırpınıyordun sessizce…