İnsan, İnsanın Canavarıdır

‘’Mümkünse tüm ulusa, ulusal mimarlık sevgisi aşılayalım.’’  Bu sözlerin sahibi Victor Hugo ‘’Notre Dame’ ın Kamburu’’ eserini bu amaçla yazmıştır.  Mimarlık sanatının çöküş halinde olduğunu düşündüğünden gelecek nesillerin dikkatini bu yöne çekmeye çalışmıştır. Hugo’ ya göre her uygarlık, teorasiyle başlayıp demokrasiyle sona erer. Birliğin yerine geçen özgürlük yasası, mimaride yazılıdır. Mimarlık, insanlığın büyük kitabı, kâh güç, kâh akıl olarak çeşitli gelişim aşamalarında, insanın belli başlı ifade tarzı olmuştur. 

      Notre Dame Katedrali Fransız gotik mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Gotik üslubunda sanatçının tek bir amacı vardır; kutsal tarihi en iyi ve en inandırıcı şekilde anlatmak… Gotik mimaride duvarlar önemini tamamen yitirmiştir ve kemerler açılarak kilisenin içi ile dışı bir tutulmuştur. Bu durum romanesk üsluptaki ağırlığı kaldırarak dış dünyaya açılmasına sebep olmuştur. 

           Hugo’ nun romanlardaki baş karakteri Quasimodo ya da Esmeralda değil Paris’ tir. Hugo şehrin o dönemini sokak sokak ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Eserde mimari eserler roman karakteri gibi canlıdırlar. Yaşayan , acı çeken, hisseden ve düşünen karakterler ile mekânlar arasında benzerlikler kurulmuştur. Mesela Quasimodo ile Notre Dame Katedrali arasında benzerlikler vardır. ‘’ Bugün  üç türlü tahribat gotik mimarlığı biçimsizleştirmektedir. Üst derideki kırışıklık ve siğiller zamanın eseridir; darbeler, hırpalamalar, ezik ve bereler, çatlak ve kırıklar, Luther’den Mirabeau’ ya kadar devrimlerin eseridir.’’ Quasimodo’ nun bedeni de yamru yumru, kırışıklıklar ve siğillerle doludur. Notre Dame da Quasimodo da biçimsizdir. ‘’ Bu yaratıkla bu yapı arasında önceden oluşmuş esrarlı bir uyum olduğu kesindi. Gövdesindeki çıkıntılar, benzetmemiz hoş görülsün, sanki binanın girintilerine uyuyor, kendisi de oranın sadece sakini değil adeta doğal muhtevası gibi görünüyordu. Salyangozun, kabuğunun şeklini alması gibi, kilisenin şeklini aldığı söylenebilirdi. Yuvası, deliği, kılıfıydı o bina’’ 

          Hugo okudukça hayranlık uyandıran bir yazar. Şairliği, yazarlığı ve düşünür olma yönünü kitaplarında bir sarmal halinde görebilirsiniz. Çok uzun bir şiirin içinde bulursunuz kendinizi romanlarını okurken. Kelimeler öyle güzel seçilmiştir ki etkisini üzerinizden uzun zaman atamazsınız. Aslında uzun betimlemeler vardır. Romantizmin etkisindedir. Düşüncelerini söylemede olabildiğince özgürdür. Kahramanları toplumun dışına itilmiş, güçsüz zayıf insanlardır ama amaçları uğruna başaramayacakları hiçbir şey yoktur. 

            Kitaptaki en ilginç bölümlerden biri de ‘’Kitap yapıyı öldürecek’’ cümlesinin geçtiği bölüm. Hugo’ya göre bu korkunun iki çehresi vardı: Gutenberg’ in ışıklı basım tekniği karşısında tapınak insanının kapıldığı dehşet ve göz kamaşmasıydı. Kürsü ile el yazmasının, dillendirilmiş söz ile yazılı sözün, basılı söz karşısında kaygılanmasıydı. Bir serçenin, Lejyon meleğin altı milyon kanadını açtığını görünce düştüğü şaşkınlığa benzer bir şeydi. Aklın imanın altını oyacağını, fikrin inancı tahtından indireceğini, dünyanın Roma’ yı sarsacağını gören peygamberin çığlığı…  Matbaayla uçuculuk kazanmış insan düşüncesinin buhar olup teokrasi kabından uçacağını gören filozofun öngörüsü…Tunç koçbaşını inceleyip, ‘’kule yıkılacak’’ diyen askerin dehşeti…Bu, bir gücün yerini başka bir gücün alacağı, yani matbaanın kiliseyi öldüreceği anlamına geliyordu. İkinci bir anlamı daha vardı; bir sanatın bir başka sanatı tahtından indireceği, yani matbaanın, mimarlığı öldüreceği anlamına geliyordu. 

              Matbaa mimarlığı öldürdü mü bilmiyorum ama bilginin her insana ulaşmasını sağladı. Düşünme mimarisini inşa etti.