Değişim

Hep var olmak istedim ve bunu başkalarının varlığında hissetmek. Odak noktam buydu ve ben hedefe kilitlenmiştim. Hedef  hareketsiz, bense manevralar yapması beklenen, aynı zamanda hızdan vazgeçmemesi gerekenim. Plan gayet basit, tabi ben de!

En başta olması gerekenin, daha doğrusu ayarlanması gerekenin hız olduğunu düşündüm. Şeytan karışmasın ama ben de geride kalmayayım diye hızımı ‘ortalama’da tutmaya karar verdim. Yani bunun anlamı; günde sadece bir, gerekli durumlarda iki manevraydı. Oh be, rahatlamıştım!

Geriye kalan tek şey ‘manevralar’ımdı. Onları sevmeliydim, benimsemeliydim. Anlayacağınız ince eleyip sık dokumam gerekiyordu. Kilit noktanın burada olduğunu biliyordum, ve bu yüzden şanslıydım. Çünkü hep detaylı düşünen ve adımlarını ona göre atan biriydim. 

Eksik bir parça koskoca yapbozu yalnızlığa nasıl mahkum ediyorsa, ihtiyacım olan zaman da beni karamsarlığa öyle mahkum etmişti. Yok öyle sandığınız kadar zor olmadı, buldum çözümü; zaman içinde zaman. Bana gereken şey; varlığımı izleyeceğim ‘ekran’ları bulmaktı.

Size adımlarımı sağlam bastığımı söylemiştim. Bir de sevdiğim bir yönüm şu: Çaktırmamak. Bendeki bu kararlılığı kimseye göstermeyebiliyorum. Bu bana arada iki yüzlü olduğumu düşündürüyor, ama çok da işimi gördü. Sanırım bu yüzden seviyorum. Neyse.

Belgesel izlerken mesela, aslanın ceylana dişini geçirme potansiyelinin gerçeği yansıttığını düşünmedim hiç. Ben üç-dört, belki daha az, kameranın ve kayıt ekibinin gözleri önünde kapasitemi tam gösteremem çünkü. Sanırım kendi deneyimlemediğim şeylere inanmıyorum. Bir aslan olmadığımdan, elimde bir kalem olduğundan emin olduğum kadar eminken hem de!

İşte bu yüzden ‘ekran’larıma hiçbir kameramı çaktırmayacaktım. Son derece objektiftim. Daha önceden yapamadığım tespitlerim bile oldu. Mesela birinin ağlayabildiğini öğrendim. Hala çok garip gelir bu, bak tüylerim diken diken yine.

Size, vardığım tez sonucunu tamamen anlatabilmek pek mümkün değil maalesef. Çünkü muhtemel ki sonucuna ulaşabilecek kadar bilgi toplamayacağım, ya da ömür vefa etmez kim bilir… Ama küçük anekdotlar paylaşmak pek de olmaz gelmedi bana. 

Şimdi size, en sevdiğim ve sevmediğim iki ekranı söyleyeceğim sadece. Benim Pamuk Prenses olduğumu var sayacak olursak, yedi cüceler tam olarak cüce nefisli ekranlar. Yani, kişilik ve karakterlerini hayvani içgüdüleriyle, cambazın iple oynadığı gibi denge halinde yaşatabilen ‘ekran’lardan bahsediyorum. Yine benim Pamuk Prenses olduğumu kabul edersek; hikayenin cadısı, kraliçenin aynası olurdu. Ben bunlara “süzgeçsiz ağızlar” diyorum. Maalesef ki, bahsettiğim bu ekranların, doğru olgu ile doğru zamanı bir araya getirme ihtimali çok düşük.

Kısaca, ben aradığım ekranı tespit etmiştim artık. Onu bulmak, tespiti kadar zor olmadı, hatta hiç! Çünkü o beni buldu. Hem de 2-3 tane. Allah bereket vermişti. 

Yapacak tek şey varlığımı hissetmelerini sağlamaktı. Buna bir iki kez şahit de olduğum bir yöntemle başladım. İyilik yaptım. Bir çoğunu minnete mecbur ettim. Ki beni görmelerine bile gerek kalmadan adımı zikredeceklerdi. Sonra; daha çok, daha fazla iyilik. Ama itiraf etmeliyim, bunun verdiği haz çoğu zaman daha tatlı geldi bana. Hayır, tabi ki kafam karışmadı. Hedefim orda hareketsiz, beni bekliyor, ve ben ona varıyorum!

İkinci manevram diyebileceğim şey konuşmak oldu. Hep konuştum. Boş konuştuğumu iddia eden olmadıysa da, bunu bana hissettirenler olmadı değil. Ama his işte, hedefi olan bir ben için gerçek bir dayanak değildi. Konuştum hep. Fikirlerimin fikirlerde ahenk buluşu ve bana geri dönüşü başımı döndürdü.  İzlemenin yanında, artık varlığımı ekranlardan dinliyordum. 

Daha sayısız hareketim, planım ve adımlarım oldu. Ama başarısız olan şeylere benim hafızamda yer yoktur. Yani en azından olmaması gerektiğini biliyorum, değil mi?

Sadece bir iki çeşit manevra, ortalama bir hız ve iyi bir platform beni hedefime taşıdı. Saliseler kalmış bir ten teması, duygu taşması ya da bir haz anı vardı önümdeki hedefte. Dokundum, kokladım, duydum, tattım. Yaptım. 

Şimdi eriyorum! Sebebini bilmemek ve bu yüzden hiçbir halt edememekse beni mahvediyor. 

Hayır, ben her zaman iyi planlarım! Yok canım, hiç hata payı yoktu. Evet evet, öyle yapalım; gözden geçirmek emin olmak için güzel bir adım. Bense güzel olanı hep denemişimdir. Bunu da denerim!

Amacım: Varlığımı hissetmek.

Yordamım: Manevralar ve uygun hız.

Öznem: Ben.

Çoğumuz bulacağımızı umduğumuz şey ile, bulacağımıza emin olduğumuz şeyler arasında gidip geliriz. İkisi aynıysa ne ala! Fakat değilse; kaçarız.

Bu baştan beri kurduğum son plandı. Yani ne kaçışım mümkün, ne yarım bırakmam. 

O yüzden, itiraf ediyorum!

Plan yanlıştı. Planım, yanlıştı.

Yanlış olan eksiği değil, eksik olan yanlışı doğurdu burda.

Varlığımı, varlıklarda hissetmek mümkün, bunda bir eksiklik yok. Ama ya benim varlığım hiç var olmadıysa! Olmayanı, olanda olduramazdım.

Ben en başından beri hiç var olmadım. Sesim vardı, duyularım, aklım hep vardı. Ama ben var olmadım.

Yıllar sonra bu geç kalmışlığın içinde bocalayan bu ‘şey’… Var olamadı!

Size son planım olduğunu, kaçmanın mümkün olmadığını falan söylemiştim. Unutun bunları! En azından kendime değişiklik yapma hakkını tanıyabilirim herhalde.

Ve tanıdım.

Yeni planım; kendimi var etmek.

Sonra mı? Sonra kaldığım yerden anlatmaya devam ederim.