Gerçek dünyanın ciddi konularını, çocuklar için yaratılan hayali âlemlerde görmek mümkündür. Çocukluğumuzda dinlerken fark edemeyiz belki bu ciddi konuları ya da büyüdüğümüzde dikkate almadan küçüklere okurken göremeyiz. Fakat en çılgın masal âlemleri bile hayatımızdan izler taşır. Çoğumuzun bir zamanlar belki dinlediği, belki okuduğu çirkin ördek yavrusu masalını örnek alalım.
Anne ördeğin kendi yumurtalarının yanında büyük bir yumurta görmesiyle başlıyor hikâyemiz. Yumurtadan çıkan bu yavru diğerleri gibi değil. Anne ördek dâhil olmak üzere diğer ördekler tarafından çirkin olarak görülen yavru daha ilk karşılaşmalarında diğerleri tarafından hakaretlere ve saldırılara maruz kalıp dışlanıyor. Anne ördek onun diğerlerinden daha yetenekli ve mükemmel yüzdüğünü söylese bile dışlanmasına engel olamıyor. Çünkü çoktan diğer ördeklerce çirkin olarak damgalanmış. İçinde bulunduğu ailede bile kabul görmeyip nefret edilen çirkin ördek yavrusu bir süre sonra dayanamayıp kurtuluşunun kaçmak olduğunu düşünüyor ve bütün bu olanlar yüzünden çirkin olduğu için kendini suçluyor. Hatta öyle ki karşısına çıkan köpek anlamsız şekilde ona saldırmaktan vazgeçip gittiğinde buna sevinmek yerine çirkin olduğu için köpeğin korktuğunu düşünüyor.
Şuan bir çocuk masalında hayatın içinden bir olayı görürken aynı zamanda sosyolojik bir terim olan ‘Damga’ kavramını inceliyoruz aslında. Tıpkı damga kavramında Goffman’ın bahsettiği gibi çirkinlikle damgalanan bir ördek yavrusunun, çirkinlik damgası yüzünden karşılaştığı sorunları görüyoruz. Ve yine bahsedildiği gibi damgalanan bireyin yaşadığı hayal kırıklığını, utancı ve her durumda nasıl kendini suçlayıp “çirkin” olduğunu kabul ettiğini görebiliyoruz. Yoluna devam ederken fırtınadan kaçıp sığındığı evin kibirli tavuğu ve kedisiyle arasında geçen diyaloglardaysa tavuk onu kendisi gibi yumurtlayamadığı için, kediyse kendisi gibi kamburlaşamadığı için aşağı görüyor. Yavru ördek sularda yüzüp çırpınmak istediğini, yani aslında doğası gereği yapmak istediklerini söylediğinde ise yine kendi normallerine uymadığı için yavru ördeğin bu söylediklerini anlamsız bulup kendi yaptıklarını yapmasını tavsiye etmekten öteye gidemiyorlar. Goffman’a göre de damgalar bireyin fiziksel ya da ruhsal anlamda doğal zayıflıkları yüzünden değil toplumdaki diğerlerinin tepkileriyle üzerlerine yapışan etiketlerdir. Toplumların normallerine uymayan dışlanacaktır.
Masalımızın da aslında Goffman’ın söylediklerinin bir örneği gibi ilerlemeye devam ettiğini söylemek çok da yanlış olmaz sanırım. Nitekim yine anlaşılmadığını düşünen yavru ördek buradan da ayrılıp yoluna devam ediyor. Yol boyu karşılaştığı hayvanlar onun çirkinliğiyle alay edip gülüyor. Bir akşam güneş batarken kuş sürüsünün havalandığını görüyor. Bembeyaz, zarif kuğuları hayranlıkla izliyor. Kıskançlık duymuyor ama çok seviyor onları ve sadece çirkin olduğunu duyan yavrunun bu güzel kuğulara benzemeyi düşünememesi şaşırtıcı olmasa gerek. Kış geldiğinde donmak üzere onu bulan bir köylü evine götürüyor ördek yavrusunu. Çocuklar onunla oynamak isteyip üzerine geldiklerinde sadece kötülüklerle karşılaşan yavru ördeğimiz zarar vereceklerini düşünüp onlardan kaçarken etrafı dağıtınca evin hanımı ördek yavrusunu kovalamaya başlıyor. İyice yorgun düşen yavru kaçtığı sazlıkların arasında uyuyakalıyor. Üzerine vuran güneşin sıcaklığı ve kuşların güzel cıvıltılarıyla uyanıp uzaklara kanat çırpmaya devam ediyor. Kendini güzel bir bahçede buluyor ve ilerisinde üç mükemmel kuğu görüyor. Kendisinin çirkin olduğunu düşünen yavru ördek kuğuların onu öldüreceğini düşünse de bu ötekileştirmeden sıkılmış ve bu şekilde yaşamaya devam etmektense güzel kuğular tarafından öldürülmenin daha iyi olduğunu düşünüp yanlarına gidiyor. “Öldürün beni” diyerek kafasını suya eğip ölmeyi beklerken sudaki yansımasını görüyor. Ama o yansıma çirkin bir ördeğin değil güzel bir kuğunun yansımasıydı ve yaşadığı hüzün yerini sevince bırakırken kuğular hayranlıkla ona yaklaşıp sevgi gösteriyorlar, çocuklar onu görünce en güzelin o olduğunu söylüyorlardı. Burada da Goffman’ın “normal” ve “damgalanan” ayrımına bakalım. Goffman bu şekilde bir ayrımın olmadığını, aksine bireylere, zamana, yere ve duruma göre değişen sürecin iki ucu olduğunu söyler. Yani belirli bir durumda anormal olan bir şey başka durumda normal olabilir. Masalımızda çirkin ördek yavrusu ördeklerin arasında değil kuğuların arasında dünyaya gelmiş olsaydı diğerleri onu çirkin olarak ötekileştirmeyecekti. Yine aynı şekilde bir ördek yavrusu kuğuların arasında dünyaya gelseydi bu sefer muhtemelen ördek, kuğular tarafından çirkin olarak atfedilip ötekileştirilecekti. Bütünüyle bu masalın Goffman’ın damgasıyla örtüştüğü birçok nokta olduğunu görüyoruz.
İncelediğimiz masalda damgalanan bireyin yaşadığı zorlu süreci, toplulukların kendi normallerine uymayanları anormal olarak etiketleyip dışladığını, şartlara göre ‘normal’ sayılan şeylerin nasıl değişim gösterdiğini görmemiz mümkün. Aslında anormal diye bir şey olmadığını, bunu toplulukların kendi yaptıklarını ‘normal’ olarak sınıflandırmak için yarattığını söylersek yanlış olur mu? Eğer anormal diye bir şey olmasaydı normal de olmazdı. “Goffman’ın vurguladığı gibi, damgalanmış kişi damga olgusunun iki yüzünden sadece biridir. Diğer yüzünde, bizzat toplum ve toplumun normallik tanımları yer alır.
Bizler, tepkilerimizle anormal ve sapkını alışılmadık bir biçimde davranmaya zorlayan izleyicileriz. Reddedişlerimizi, onlar hakkındaki korku ve önyargılarımızı haklı göstermek için, ‘bu durumdaki’ kişileri aşağı birisi veya bir tehdit olarak gören, ayrımcılık yapan ve bu yönde bir ideoloji geliştiren biz ‘normal’leriz. Ancak hepimiz gerçek durumlarla yüz yüze geldiğimizde yetersizliklerimizin pekâlâ farkındayızdır.” (Slattery, 2007) Goffman bu süreçte damgalanan bireyin sırf ‘anormal’ veya ‘farklı’ olarak gösterildiği için bir süre sonra farklı olmasa bile farklı olmaya başlayacağını veya farklı olduğu söylendikçe buna uygun şekilde yaşamaya devam etmeye çalışacaklarını söyler. Nitekim bakıldığında eğer sağlıklı bir bireye sürekli olarak deli denilirse zamanla deli olduğuna inanıp, delirmesi ya da deli gibi davranmaya başlaması çok da garip karşılanmamalıdır. Masalımızda kendisine sürekli çirkin denilen ördek yavrusunun zamanla bunu kabullendiğini, hatta bu yüzden kendisini suçladığını gördük. Goffman, toplumun bu damgalardan vazgeçtiği taktirde ‘anormal’ dedikleri kişilerin tekrar normal yaşantılarına döndüklerini, kendini soyutlayıp kaçmak yerine toplumun içinde kalacaklarını düşünüyor.
Masalımızın sonunda damgalanan çirkin ördek yavrusunun ötekileştirilmediği yerdeki sevincini paylaşıyor olsam da bir yerlerde başka çirkin ördek yavrularının var olmaya devam edeceğini söylemeden geçemem. Nihayetinde bu masal bize damganın, etiketlemenin ne kadar kötü sonuçları olduğunu hissettiriyor. Belki biz büyükler, çocuklara masalı bu detayların farkında bir şekilde anlatabilirsek, önyargının ne olduğunu bilmeyen kirletilmemiş zihinler, kendilerine damgasız bir gelecek yaratabilirler. Ben her ne kadar bu konuda toplumların alışkanlıklarından vazgeçmeyeceğini düşünsem de, en azından biz büyükler kirletmedikçe kötülükten muaf çocukların bunu yapacağını ümit edeceğim. Sonu mutlu biten bir masal gibi, belki bir başka dünyada…
Yazarımızın aklına fikrine sağlık. Goffman’ın damga kuramını Çirkin Ördek Yavrusu masalına uyarlayıp bize sunmak mı? İşte bu durumu daha da kavranır bir hale sokuyor ve neyin ne olduğunu tam anlamıyla anlamamıza yardımcı oluyor.