Üzgünüm.
Yıllar sonra seni uzak bir telefon sesinde bulduğum için.
Hayat ceplerinde küçük sürprizler taşımaya devam ediyor.
Unutmuştum.
Adını duyduğum zaman neden sesim titredi?
Seni ilk gördüğüm an, o gün ki kadar canlı hafızamda.
İlk okula geldiğim gün sanki yalnızca sen vardın sınıfta. Gözlerim seni çevrendeki tüm kişilerden ayrıştırmıştı.
Ben o heyecanla belki de biraz aptallaşmış; yanaklarım bir yayla kızının yanakları gibi al al olmuşken, sen nasıl da beni toparlamıştın. Sana ilk minnettarlık duyduğum andı. Ve seni gerilerde bırakamayışımın üzerinde etkisi olan bir zamandı.
En çok tebessümünle kendini ele veren gamzelerin var aklımda. Ne yaşandı ki deyip unutmaya çalıştığım her an, gamzelerin geldi ilk gözümün önüne.
Bir gezi öncesinde, sanki yalnız beni telaşlandırmak için en son sen gelmiştin. Farketmedin ama o gün otobüse bindiğin an benimde gamzelerim oldu sadece kocaman mutluluklarımda ortaya çıkan.
Her akşamım, bir sonraki gün seni görecek olmanın heyecanıyla geçip giderdi. Tek tek giyilecek elbiselerimi, takılacak takılarımı ayarlardım.
Bir çekyat, bir soba, bir masadan ibaret olan o mütevazi odamda yaşamamı mümkün kılan, her karesini doldurduğun hayallerimdi.
Herkeslerden önce yatağa giriyor olmalıydım. Senin olmadığın mekanların zamanları da hızlı akıp gitmeliydi. Öyle olsun istiyordum. Ama öyle olmazdı. O geceler uzadıkça uzardı. Gün bir türlü ağarmaz, çilem bitmek bilmezdi. Hayatımın en geniş zamanlarını o gecelere sığdırdım.
Gözlerim uykulara hasret geceler içinde dalıp dalıp giderdi. Ben hangi anlarımızın
düşlerinde gecelerimi demler, hangi hayallerin
gölgesiyle günlerimi avuturdum.
Sabah evimin ön tarafına yuva kurmuş kırlangıç kuşlarından bile erken kalkardım.
Onlar telaşa durmadan ben telaşlarımı alıp evimden çıkardım.
Hayatımın hiç bir döneminde bir daha okula öyle heveslerle gitmedim.
Bir daha kanatlarımı öyle azade hissetmedim.
Sınıfa hiç kuşkusuz ilk giren ben olurdum. Ve muhtemelen ardım sıra gelen de ilk sen olurdun.
Kalorifer peteklerinin önünde durup, bahçedeki fıstık çamlarının kollarının arasında yuva kurmuş serçelerin küçücük mutluluklarını izlerdik.
Belki onların bu mesut hayatına imrenir, belki de böyle bir yuva kurmanın sorumluluğunu almaya korkarak ürperirdik.
O anlarda neler konuşurduk, bilemiyorum. O anlardan sadece ürkekliğimiz ve saadetimiz kalmış aklımda.
Biz hep biriktirirdik.
Öyle suskularımızın ardına saklanmış kaç zamanı erittik ikimizin kucağında?
İçimizde kaç cümle o küçük kuş kanatlarında
bizden çok ötelere kanatlanıp suskulara dönüşüp yine bizi buldu?
Fotoğraflarında yılların yüzünde bıraktığı çizgileri aradım. Gamzelerine kadar inen yorgun çizgileri. Yoktu. Belli ki yıllar bana ettiği eziyeti sana etmemişler.
Hayret! hala yalnızsın. Hala sevgiyle ama ürkerek izliyorsun yuva kuran serçeleri.
Halbuki insanlar çoğalırlar serçeler gibi. Belki de eksilerek ve eksilterek çoğalmalarıydı seni ürküten.
Seninleyken, bir sonbahar yaprağının yere düştüğünü izlemek bile benzersiz bir zamana dönüşürdü.
Yol boyunca sıralanmış gelinciklerin bize utangaç baktığını söylerdin. Halbuki gelinciklerin üzerinde utangaç bakışlarla yakalanan sendin.
Olduğun her yerde bahara duran çiçekler belirirdi. Doğmaya hazır güneşlerim, gökyüzümü saran ebem kuşakları olurdu.
Mevsimlerim sana yazgılıydı.
Erik ağaçlarının gelinlere döndüğü bir bahar günüydü. Seninle en sevdiğimiz ağacın altına oturmuş yine sessizliği paylaşıyorduk.
Ellerin ellerime usulcacık uzanmış ama dokumaya cesaret edememişti.O gün ürkekliğine gülmüştüm. Ama o ürkekliğini bir o kadar da sevmiştim.
En çok öğle aralarında, kahve kokularımızın birbirine karıştığı anları severdim. Bir birlikteliğin sembolüydü onların birbirinde buluşması. Ellerimizin yapamadığını yapma cesaretini bulurlardı.
Hayat sürprizlerle dolu, insanoğlu yanılgılarla.
Bir daha hiç bir zamanımın hiç bir anında olmayacağını nasılda sezememişim.
Anlamakta zorluk çekiyorum. Yani zamanın hiçbir şey olmamış gibi her şeyin üzerine sünger çekmesini. Her şeyin tepetaklak olmasını. Yolların umulmadık ellere varmasını. Kapıların bambaşka bahçelere açılmasını.
Şimdi bu kadar zamanımın ötesinde bir yerdeyken sen, sesini yeniden bulmanın ne ehemmiyeti var. Ellerin uzansa bile tutunamayacak kadar uzağındayım artık.
“Bu böyle yarım kalmayacak” diyor şarkı. Halbuki ne çok şey var hayatlarımızda yarım kalan. Hiç tamamlanamayacağı aşikar olan. Ve en çok da böyle yarım kaldığından bir türlü hatıraları silinip gitmeyen.
Baharda ilk çiçek açışımdın sen.
İlk kendimi uçurumlara bırakışımdın.
Anladım.
Hayat saçaklardan sarkan kalınca buzları kırdığımızmış.
Bardacık erikleri izinsizce çaldığımızmış.”