Ayrılık Acı Yüreğimde Ölüm Derin Bir Sızı

Üç yüz atlı ile gelin geldim bir beldeden,

Kısacık ömrümde yüzüm gülmeden,

Genç yaşta bizi bırakıp gittin evinden,

Kaderimiz böyle yazılmış dünyaya biz gelmeden

Ayrılık acı, yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Beş çocukla kaldım ocak başında,

Ekmek yok aş yok kaldım kendi başıma,

Bırakıp gittin bizi yalnız başına,

Kaderimiz böyle yazılmış dünyaya biz gelmeden

Ayrılık acı, yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Uzak köye aşırdılar tekrar atın sırtında,

Sarhoş ettiler beni genç yaşımda,

Yetim yavrularım ağlaşır köyün sonunda,

Aklım başımda değil atın sırtında,

Yavrularım ağlaşır sokak başında,

En küçük çocuğum iki üç yaşında,

Kaderimiz böyle yazılmış şu fani dünyada,

Ayrılık acı, yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Ben de gülmedim sen gideli şu genç yaşımda,

Sen de çabuk gittin genç yaşında,

Mezarımız ayrı ayrı dağın başında,

Kader böyle yazılmış şu fani dünyada,

Ayrılık acı, gönlümüzde ölüm derin bir sızı.

Çocuklarım bir köyde ben başka köyde,

Göremedim yavrularımı,

Ben ayrı onlar ayrı köyde,

Yüreğimde sızı bedenimde acı,

Kaderimiz böyle yazılmış şu fani dünyada

Ayrılık acı, yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Duyurmuşlar öldüğümü,

Gelmişler yavrularım mezar başına,

Adımı yazdırmışlar sonra mezar taşına,

Kaderimiz böyle yazılmış alın yazımıza,

Ayrılık acı, yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Çocuklarımız öksüz yetim kaldı yalnız başına,

Ben de gülmeden geldim senin yanına,

Mezarımı kazmışlar dağın başına

Seninkini de kazmışlar yolun yanına,

Kaderimiz böyle yazılmış alın yazımıza

Ayrılık acı, yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Ailecek gülemedik şu fani dünyada,

Beraber olur güleriz inşallah

Ölümsüz öbür dünyada,

Kader böyle yazılmış alın yazımıza,

Ayrılık acı yüreğimde ölüm derin bir sızı.

Şiirin Hikayesi

Şiirin yazılmasına sebep, gerçek yaşanmış bir hikâyenin kısa özeti:

Doğup büyüdüğü kasabasından yedi kilometre uzaklıktaki köye atlılarla, halaylarla, kör deve oyunları ile dolma tüfek atışları ile at sırtında getirmişler gelini. On yedi yaşındadır gelin geldiği yer onun mekânı yuvasıdır artık. Çalışkandır elinden her iş gelen bir gelindir, hamarattır yabancısıdır köyün. İki kız üç oğlan çocukları olur küçücük taş duvar toprak damlı evindeki yuvada ailenin, yokluk da olsa aile sıcaklığında mutludurlar. Ama mutlulukları kısa sürer. Genç yaşında kocası zatürre hastalığından vefat eder. Kadın genç yaşında beş çocukla kalakalır. En küçük oğlan üç dört yaşlarında en büyükleri on dört, büyük kızları ise on sekiz yaşındadır. Baba öldükten sonra öteki kız çocuğu köyde bir ağa tarafından sahiplenilir, öteki oğlan çocuğu ise köyde dayısı tarafından sahiplenilir. Büyük kızı babaları öldükten sonra, dağda hayvanları güderken köyde birisi tarafından kaçırılır, onunla da evlenir. Ne yapsın kadın, tek başına geçineceğim diye çalışır çabalar yokluk yıllarında. En küçük oğlanla, büyük oğlanla kalakalır tek başına, diğer çocuklarının hasretini de yüreğine gömer, onların zenginler tarafından sahiplenilmesine de hiç gönlü razı olmaz, ama çaresizlik, yokluk belini bükmektedir. Birkaç yıl böyle günler gelir geçer.

Etraftan kulağına fısıldarlar, kulağına su kaçırırlar, aklını çelmeye çalışırlar karısı ölen zengin ağadan avanta alanlar “Başka bir köyde falan adam var karısı ölmüş, hem de zenginmiş onunla evlenirsen çocuklarına da bakar “gibi sözlerle kadını kandırmaya kalkarlar, belki  acıdıklarından belki de aracı olduklarından. Ama hiç bir zaman kabul etmez sonunda bir gece köydeki aracılar vasıtası ile gelini, bohçasını da hazırlayıp ata bindirerek zorla komşu dağ orman köyüne aracılar vasıtasıyla kaçırırlar. Köyün kuzey çıkışında aklı başına gelir. Feryat figan bağırmaya başlar gece vakti sesi Toros dağlarında yankılanır. O bağırdıkça adam kırbaç atar hem ata hem geline ama ne çare duyuramaz sesini Rabbinden başka kimselere. Köye gider ve geri de gelemez sığınır artık Yaradan Rabbine, iki yıl o köyde yaşar ama ne yaşaması, ne yaşar ne yaşamaz çocuklarım, guzularım, yavrularım diye diye çocuklarının ayrılık acısı yüreğine kor gibi düşer. “Beni bu hallere düşürenler onmasın” der durur. O adamdan hamile kalır. Doğum yapar. Kan kaybından anası da köşesinde çocukla birlikte oracıkta vefat eder. Öleceğini hisseden ana ölmeden önce yanındaki oturan komşularına vasiyet eder, “Kefenim eski evimden gelen şu temiz beyaz yorganın çarşafı kefenim olsun, bu evden alınan bez parçası benim kefenim olmasın” der. Vasiyetini yerine getirirler yıkarlar kefenlerler isimsiz bebekle birlikte köyün çıkışındaki ardıç, andız ağaçlarının bulunduğu sarp yamaçta bulunan köy mezarlığında aynı mezara defnederler. O iki yıl içinde küçük oğlunu da yanına getirmişlerdi.

Son zamanlarında köylüler haber salarlar çocukların yaşadığı köye. Ama köyde her birini sahiplenen köylüler çocuklara annelerinin öldüğünü söylemezler. Ağır hasta olduğunu söylerler on dört yaşında abi ve küçük kardeşler hasta analarını ziyaret etmek için yürüyerek köyden çıkarlar. Başlarında yolu bilen bir kadınla birlikte köyden çıkarlar kaya dibinden Dölme’nin yokuşu, Sağarca, Kaş yaylasının zirvesinden aşarak, Almalı çeşmesinde soluklanıp buz gibi sudan içerek, Koçaş ormanlarının ladin, katran ardıç ağaçlarının içinden, tehlikeli sarp kayalıklar arasındaki keçi yolundan geçerek, köye ulaşırlar.

Onlar varmadan analarının defin işlemi tamamlanmıştır. Hasta diye kandırılan analarını görmeye giden gardaşlar boynu bükük bir şekilde köşede mahzun mahzun duran en küçük kardeşleri ile karşılaşırlar dört yaşındaki en küçük kardeş ablalarım, abim geldi diye arkalanır bir nebze de olsa sevinmek ister aylardır görmemişlerdi özlemişlerdi birbirlerini, abisine ablalarına mahzun mahzun bakakalır göz göze gelir. Analarını sorarlar dört yaşındaki en küçük kardeşine “anam öldü hoyunu” deyiverir çocukça hepsinden bir çığlık kaplar her yanı, sarılırlar birbirlerine, analarını son bir kez sağ göremeden kardeşleri en küçük kardeşlerini de alarak köyün çıkışındaki yamaçtaki mezarlıkta analarının mezarına uğrayıp mezarlarını görürler son defa.

Doğdukları, havasını soludukları, suyunu içtikleri köylerine aynı şekilde kıvrıla kıvrıla giden patika ve sarp tehlikeli kayaların ve sedir ormanların arasından geri dönerler. Toros dağlarının kayalarının arasında yankılanır çığlıkları, Ay Hatun’dan duyulur feryatları, sedir ormanlarındaki kuşlar sırdaş olur acılarına, çeşmesinde soluklanırlar, içerler buz gibi sudan söndürmeye çalışırlar bir nebze de yüreklerindeki acıları ama ne çare sönmez ömür boyu hüzünle anlatırlar, yaşadıkları her bir kardeş ayrı ayrı yaşadıkları acıyı. Kaş yaylasının zirvesinden hüzünle seyrederler doğdukları köylerini. Sağarca’dan tekrar çeşme başında soluklanırlar söndürmeye çalışırlar bir nebze de olsa buz gibi suyla yüreklerindeki acıyı, sönmez acıları yumulurlar tekrar Dölmenin dibi, kaya dibinden, analarını son kez görüp aradıkları, ağlaştıkları sokaklara, kaldıkları soğuk taş duvar toprak damlı evlerine, kimisi korumalı sahiplerinin bulunduğu köylerine gelirler.

En küçük kardeş sokaklarda yaşar artık, büyük abisi köyde iş bulursa çalışır yoksa o da babadan kalma toprak evin bir köşesini gece yatmak için kullanarak geçirirler abi kardeş günlerini böyle anasız, babasız akşamları toprak evin odasını yatmak için kullanırlar.

Büyük abi gurbete çeker gider,  daha sonra en küçük yetim ve öksüz yalnızdır artık ablasını zengin Ağa’nın yanında sekiz dokuz yaşlarında tutmadır elin yanında. Sokaklarda yufka ekmeğe helva dürer köşe başlarında gizliden gizliye doyurur küçük acıkan gardaşını, kendi ise bağ aralarında çeşme başlarında gizliden gizliye hep ağlar bakıcı sahipleri görmeden.

Öbür kardeş dayısının yanında tutmadır, O dağda hayvan gütmeye gittiğinden haber de verememişler,  bulamamışlar, anasına götürememişler. Onun anasının öldüğünden haberdar edememişler. Avdancık mevkiinde mal güden kardeş yola çıkanlardan önce duyar anasının öldüğünü, “bu çocuğun haberi yok burada ne durur” gibi yanındaki büyüklerinin fısıldaşmalarından duyar. Hemen oradan hızlıca ağlayarak mallarla birlikte köye gelir. Onun da feryadı Avdancıkta yankılanır. Kaldığı evde teselli ederler artık kardeşleri yola çoktan çıkmışlardır. Gitse de yol bilmez götüren yok O’da kaderine boyun büker acılarını içine hiç çıkmayacak şekilde yüreğindeki bir köşeye gömer.

En küçük kardeş çocuk biraz büyüyünce başka bir ağa evine çiftçi olarak alır. En büyük ablayı da bir başkası dağda hayvan otlatırken kaçırır onunla evlenir.

Hayat böyle gelip geçer. Çocuklar orda burada büyüyüp her biri evlenip çoluk çocuğa karışırlar. Her bir yetim ve öksüz beş çocuğun her birinin hikâyesinden ayrı bir acıklı hüzünlü hikâyeleri çıkar ana ve babaları ile birlikte. Toros dağlarının eteklerinden gurbet ellere dağılan bu çocuklar her biri gittikleri yerlerde farklı hikâyeler katarlar çocukluk hikâyelerine yaşam hikâyelerine.

Babalarının mezarı Sarıvadi köyü mezarlığındadır. Mezar taşında “Ben de gezdim şu dünyada sen gibi sen de geleceksin bu dünyaya ben gibi” diye yazılıdır. Ö.T.1941.

Analarının ve isimsiz bebeğinin mezarı ise ardıç, andız ağaçlarının arasında Nadire köyü mezarlığındadır. Ö.T 1947.

Rabbim her ikisine, ölmüş olan çocuklarına ve torunlarına rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun inşallah.

2 YORUMLAR

  1. Hiç göremediğim mazlum ve garip AnneAnneciğim!…

    Yüzün ne kadar masum, ne kadar güzel, ne kadar saf ve temiz… Keşke seni görebilseydim, şefkat ve merhametinle büyüseydim. İlim, irfan ve takva pınarından senin güzel ellerinle içebilseydim. Keşke… Ama taktir böyleymiş demek ki. Rabbim kanını taşıma şerefine nail olan bizleri sana layık evlatlar ve torunlar kılsın inşallah…

    Sağ olsun abim, hüzün, dram ve acı dolu hikayesini kaleme almış. Bizi bu günlere taşıyan anacığımın yürek sızısı ve doyamadığı anasının yani anneannemin hikayesini…

    Okurken hüzünlendim. Torunları olarak üzerimizde ödeyemeyeceğimiz kadar çok fazla hakkı olan anneannemi, canım anacığımdan çok dinledim. Allah uzun ömür versin 89 yaşındaki anacağım aklına geldikçe hala anlatır. O anlatırken yüreği sızlar, biz dinlerken içimiz acır.

    Yüce Allah; hiç göremediğim Leyla AnneAnnem ve dedelerim, çocuk yaşlarımda görme şerefine nail olduğum Emine BabaAnnem, merhum Babacığım, merhum Sıdıka ablacığım, Ahmet eniştem, yakın zamanda genç yaşta kaybettiğimiz yeğenim Muhammed başta olmak üzere tüm geçmişlerimize rahmet ve mekanı cennet lütfeylesin. Pak ehlibeyt ahiret yoldaşı ve şefaatçileri olsun.

    Yüce rabbim, onları bu dünyada göremedik ama ebedi alemde cennette göstersin ve birlikte haşir neşir kılsın inşallah. Amin. Güzel şiir ve hikayeyi kaleme alan Hasan abiciğimin de kalemine ve yüreğine sağlık.

Bir Yorum Yaz

Lütfen Yorumunuzu Giriniz
İsminizi lütfen buraya yazınız