Şaşırmıştı kadın. Daha önce hiç böyle görünen bir varlıkla karşılaşmamıştı. Kendisinden bir ya da iki kafa uzun olan, iri yapılı ve güçlü gözüken bu yaratık kadına benziyordu. Aynı şekilde ama daha yavaş hareket ediyordu.
Ağaçların arkasındaki kadın sessizce garip yaratığı incelemeye devam etti. Fakat yaratık kadının mağarasına yaklaşıyordu. Kendini tedirgin hisseden kadın, yavaş yavaş saklandığı ağaçların arkasından çıktı ve mağarasına doğru ilerlemeye başladı. Yıllardır adasında eşi benzeri olmadan tanrıça gibi yaşayan kadın, iktidarının sarsılacağı düşüncesiyle hızlı adımlarla inine doğru ilerlemeye devam etti.
Yaratıktan önce inine ulaşmayı başarmış ve mağaranın önüne taşlar dizmeyi başarmıştı. Eline geyik gibi canlıları derisine fazla zarar vermeden avlamak için yaptığı ucu sivri bir taştan gövdesi ise hafif ve dayanıklı bir ağaçtan, aşağı yukarı bir insan boyunda olup mızrağı andıran silahını aldı ve beklemeye başladı.
Güneşin tepeye yaklaştığı vakit yaratık mağaraya giden patikanın ucunda gözükmüştü. Hemen toparlandı kadın ve üzerine, sanki bir güç gösterisi yapmak ister gibi, kürkünü geçirdi. En nihayetinde yaratık ulaştığında mağaraya, kadın ve yaratık uzun sayılabilecek bir süre boyunca sessizce birbirlerini incelediler. Elleri, ayakları, kafa yapıları,neredeyse aynıydı. Bu benzerliği bozan ufak tefek şeyler kadına güven verdiyse de büyük bir merakla ama çekinerek sordu kadın ”Nesin sen?” Sorusunu sormuştu sormasına ama cevap alıp almayacağı meçhuldü.
Acaba yaratık onu anlayacak mıydı? Tehlikeli miydi? Konuşabiliyor muydu? Kadın onu anlayacak mıydı? İşte tüm o soruları kadının kafasından silip atacak yanıt çok da gecikmeden geldi. ”Sen nesin?”
Kadın, ilk defa ne olduğunu düşündü. Elleri, kolları, bacakları vardı. Düşünüyordu, yürüyordu, koşuyordu, avlanıyordu, yemek yapıyordu, yaptıklarını yiyordu. ‘İyi de bunların bütün canlılar yapıyor.’ diye aklından geçirdi kadın. Gardını indirmek istemedi kadın. ”Bilmiyorum. Neden geldin buraya?” derken mızrağını yaratığa doğrultmuştu. ”Suyun ortasıda uyandım.” yaratık gerilmişti ama cevaplamaya devam etti. ”Sonra burayı gördüm. Tam olarak nasıl burayı bulduğumu hatırlamıyorum ama gelmeden önce bir yerden geçtim; sana, bana benzer canlılar gördüm. Konuşabiliyorlardı, bizim gibi. Kendilerine insan diyorlar ve kendilerini ikiye ayırmışlar. Sana benzeyenlere ‘kadın’ bana benzeyenlere de ‘erkek’ diyorlar.”
”Neden inanayım, ne diye dinleyeyim seni?” İçten içe inanmak istese de yıllar sonra yalnız ve huzurlu yaşadığı adaya gelen bu kişinin ne kadar güvenilir olduğunu bilmiyordu.
”Çünkü başka şansın yok!” dedi erkek küstah bir tavırla. ”Hem” diye devam etti ”Benim de yaşamak için sana ihtiyacım var.” sırtını dönerken konuşmaya devam etti ”Nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Bayağıdır bu durumda. Elindeki şeyi bırakıp bana yardım et lütfen.”
Kadın acıma duygusunu ilk defa hissetti. ”Otur şöyle.” Yaratığın etrafında uzun sayılamayacak bir süre boyunca döndü. Bunu yaparken gözlerini yaratıktan ayırmıyordu ve tekrar konuştu ”Ama bir yanlışını görürsem eğer canını alırım.” Daha önce sık sık yaralanan atından başka herhangi bir canlının pansuman ihtiyacını karşılamamıştı. ‘Çok da farklı olmasa gerek’ diye düşündü kadın. Adamın canı yanacaktı, biliyordu. Bağırmasın diye bir kumaşı bağladı ve ısırmasını istedi. Yaraları deniz suyuyla temizledi kadın. sıyrıkları için yaptığı merhemden adamın yarasına dikkatlice ve bolca sürdü. Daha sonra yarayı sıkıca sardı. Her sabah bunu tekrarlaması gerekecekti. Adama yiyecek bi şeyler verip mağarasına geri döndü. İçerisi oldukça geniş olmasına rağmen kadın adama uygun bir yer bulamıyordu. Aslında adama ayırabilecek bir yeri de kalmamıştı. Bu durumda kalan tek seçeneğini değerlendirecekti.
”Sakın ha kıpırdama bir yere, içeri girmeye de kalkma yoksa alırım canını.” Sessizce kafasını salladı adam. Kendi mağarasını bu canlıya bırakmak istemiyordu ancak bu fikir adamı kendi mağarasına almaktan daha mantıklı geliyordu. Bu düşünceler beyninde dolanırken kadın yola koyuldu. Adam için endişelendiğini hissediyordu ve bu kadını fazlasıyla geriyordu.
Zaman böyle ilerlerken önceleri bitki kurutmak için sık sık gediği mağaraya ulaştı. Orayı güzelce hazırldı misafiri için. İşi nihayet bittiğinde güneş batmak üzereydi ve biraz daha oyalanmak istemediğine karar vererek kendi mağarasına doğru yola koyuldu.
Geri döndüğünde fark ettiği şey bıraktığı yerde hareketsizce -adeta ölü gibi- yatan adam oldu. Başta tereddüt etse de gidip kontrol etti. Dokunmadan sadece gözleriyle yaşayıp yaşamadığını anlamaya çalışıyordu. Göğsünün inip kalktığını fark ettiği anda geri çekildi ve içeri girdi.
Kendine yiyecek bir şeyler hazırladı, misafirini de ihmal etmedi tabii. Dışarıda yemğini yerken geçirdiği upuzun günü getirdi aklına. Henüz birkaç saat önce kendisine benzeyen canlılar olduğunu, aslında bir insan ve kadın olduğunu bir de erkekler olduğunu öğrenmişti, insanların da atlar gibi ciddi yaralar alabileceklerini deneyimlemişti. Bunlar hem çok yeni hem de bir günde öğrenmek için çok fazla gelmişti kadına.
Ne yapmalıydı şimdi? Mağarasının önüne gelen eğer bir hayvan olsaydı muhtemelen şimdi hayvanın postunu yüzmekle meşgul olurdu. Yine aklında bir sürü soru dolanmaya başlamıştı. Neden zarar vermemişti adama? Neden zarar vermek istemiyordu? Adam ona zarar verir miydi? Neden adamın yarasını sarmıştı? Bundan sonra ne olacaktı? Adamın adasında yaşamasına izin mi verecekti? Başka insanlar da vardı. Onlar neredeydi?
Sorular kafasında dönüp dolaşırken adama yöneldi. Yemeğini yedirecek ve diğer mağaraya götürecekti ki çok zamanını alacaktı bu iş. Adam hala uyuyordu. Kadın onu incelemek istedi. Sessiz adımlarla uyandırmadan yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı ve sonunda sesini duyabileceği bir noktada adamı süzmeye başladı. Keskin bir çene hattı vardı, alnına düşen dalgalı saçları yüzündeki keskin ifadeyi yumuşatıyordu. Kendi saçlarına götürdü kadın ellerini, dümdüz ve açık renkli saçları vardı. Acaba başka kadınların saçları da düz müydü? Dalgalı saçlı kadınlar var mıydı? Adamı incelemeye devam etti; küçük, çekik gözleri vardı. Kirpikleri kısaydı. Uykusuzluk ve yorgunluktan kaynaklandığını düşündüğü gözaltı kızarıklıkları vardı adamın. Sanki özenle yaratılmış bir şeydi bu adam, kadın onu izlemeye doyamıyordu.
Adam yavaş yavaş uyanmaya başlaynca kadın kendini hızlıca geri çekti. Hava kararmadan mağaraya gitmeleri gerekiyordu. Adama hazırladıklarını yedirdi güzelce ve daha sonra ona hazırladığı yere götürmek için adamı ayağa kaldırdı ve yürümesine yardımcı oldu. Bir eli de mızrağını tutuyordu. Yol boyunca ikisi de tek kelime etmediler. Kadın bir an için adamın hep burada kalmasını diledi ama sonra bu düşüncelerinden uzaklaşmak zorunda kaldı, mağaraya gelmişlerdi.
Bir köşeye oturdular ve adamın yarasını kontrol etti, kan yavaşça bandajın altından sızıyordu. Muhtemelen yolculuk sırasında olmuştu bu. Kadın yarayı temizledi, tekrar merhem sürdü ve tekrar sardı bandajla.
Günler bu rutinde devam ediyordu, birbirlerine alışmaya başlamışlardı. Yarası iyileşmeye başlayan adam bu süreçte kadına yardım etmekten geri kalmıyordu. Otları ve çalıları mağaralara taşımak gibi minik işlerde kadına yardım ediyordu.
İkisi de bu sisteme yavaşça alışıyordu. Hatta bazen birlikte oturup günlük rutinleri hakında sohbet ediyor birbirlerini tanımak için beraber çalışıyorlardı. Her seferinde birbirlerini çok büyük bir ilgi ile dinliyorlardı. Yaşamlarına devam ettikleri bu sessiz düzeni sevmişlerdi. Bu küçük adacık onların cennetiydi artık.
Tabii ki bu düzen sonsuza dek böyle sürmedi. Her şeyin bir sonu vardı ve ikisinin sonu çok yakındaydı. Adada geçirdikleri yıllar boyunca defalarca hastalanmalarına rağmen bu sefer kadın ilk defa günlük işlerini yapamayacak kadar kötü durumdaydı. Bir buçuk ay dönümü gibi oldukça uzun bir süredir kadın mağarasında dinleniyordu. Adamın yaptığı merhemler, çaylar, çorbalar işe yaramıyordu artık.
Kadın bilinmezliğin çok yakında olduğunu hissemişti ve bunu sakin bir huzurla karşılıyordu. Endişe duyduğu tek konu adamın yalnız kaldığında bu adada ne yapacağıydı.
Adam da tabii ki kadının bu bilinmezliğe günbegün yaklaştığı gerçeğinin farkındaydı ancak bunu durmadan inkar ediyor “Bir yolu, bir çaresi olmalı!” diyerek -ki bu cümleyi kafasının içinde durmadan tekrarlıyordu- bir şeylerin değişmesini bekliyordu.
Beklenen çok uzun sürmeden geldi ve kadın bilinmezliğe gitmek üzere kapattığı gözlerini adamın onlarca denemesine rağmen açamadı. Korkusu gerçekleşmişti adamın. Şimdi ne yapacaktı? Nasıl hayatta kalacaktı? Nasıl yaşayacaktı? Elinden tutan aradaşı, rehberi, doktoru, öğretmeni gitmişti bir daha da gelmeyecekti.
Nereden biliyordu ki bunu? Belki sadece çok uzun bir uykudaydı, olamaz mıydı? Çok yorgun olamaz mıydı? Dinlenmek istiyor olamaz mıydı?
Olamazdı. Kadın artık yoktu.
Günler birbirini kovaladı. Adam kadını gömdü -tıpkı yakın zamanda ölen atlarına yaptıkları gibi- ve toprağa bakıp kendi zamanı geldiğinde uyumak için buraya geleceğini söyledi.
Günlük hayat artık çok sıkıcıydı. Adam hiçbir şey yapmak istemiyordu, hiçbir şey yemek veya içmek de istemiyordu. Gün geçtikçe zayıflıyordu. Geceleri uyumakta zorlanmaya başlamıştı. Aklında durmadan dolanan sorulara yanıt bulamıyordu ki bu durum daha da sinirlerini bozuyordu. Öncesinde merak ettiği her şeyi yanıtlayan biri vardı şimdiyse yapayalnızdı.
Haftalar, aylar, yıllar belki de yüzyıllar geçti. Adam dümdüz bir çizgide yürüyordu. Her şey tekdüze olmuştu ve deneyecek yeni bir şey yoktu. Olsa bile adam denemek için çok yaşlıydı.
Hareket etmeye mecali kalmamıştı. Birkaç gün böylece bekledi her şey daha da kötüleşti. Adım atarken çektiği acı buraya geldiği günkü yarasının verdiği acıdan çok daha fazlaydı sanki. Zamanı geliyordu ve uzun süre sonra mutlu hissetti. Yanına yalnızca benliğini alarak yola çıktı. Yıllardır kadını ziyarete geldiği yere bu sefer kendini teslim etmek için geldi ve burada hissettikleri daha önce hissettiği şeylere hiç benzemiyordu.
“Merhaba.” diyerek toprağın altında yatan kadının yanına uzandı. “Çok uzun zaman oldu seni buraya getireli. Bu sefer senin için gelmedim, galiba benim de zamanın geldi. Gittiğin yer çok mu güzel, korkunç mu yoksa? Aynı yerde olur muyuz acaba? Belki ben başka bir yerde olurum, kim bilir. Emin ol önceki hayatında nasıl seni bulduysam tekrar bulacağım. Neyse, yeter bu kadar gevezelik. Şimdi seninle aynı yerde uyanma ihtimalimi güçlendirmek adına yıllar önce sana yaptığımn bir benzerini kendime yapacağım.” Bu sözlerin ardından avuçlaya avuçlaya toprağı kazdı. Bu o kadar uzun sürdü ki bi an için öylece toprağa uzanmayı bile düşündü ama kendine verdiği söz onu engellemişti. İstediği sonuca ulaşınca daha önce hiç bu kadar mutlu olmadığını fark etti. Kazdığı küçük alana girdi ve yıldızları izleyerek uykuya daldı.
Gözlerini açtığında kadın karşısında bir peri kızı kadar saf bir güzellikle cennet gibi bir yerde bekliyordu. Koşarcasına kadına sarıldı adam, eksikliğini çok hisetmişti. “Sonunda” dedi kadın “sonunda burayı seninle paylaşacağım zamana geldik.”
28.03.23-00.18