Günah

Günah nedir?
Dilimizde yer etmiş sayısız dinsel tanımlama içeren sözcüğün Farsçadan geldiği malûm.  Bu da onlardan birisi.
Söylendiğine göre eldeki yazılı kaynaklardaki en eski kullanımı, Venedik’te bir kütüphanede bulunan Codex Cumanicis’te, Katolik misyonerlerin, Karadeniz’in kuzey bölgelerinde yaşamakta olan Kuman Türkleriyle iletişim kurmaları için yazılmış 1303 yılına tarihlenen bu dilsel el kitabında görülmektedir.
Kötülüklerle özdeşleşmiş bir sözcüktür günah zihinlerimizde.  Ama is-tis-na-sız her insanın yaşamının mütemmim-i cüzüdür de…
Zaten günah kavramı olmasaydı insan kavramı da olamazdı anlaşılan!  Zira insanı insanlaştıran eylem, hadi biz ona günah demeyelim Âdem’e ihtiramımızdan ötürü, günahvari bir sürçmedir.  Günahvari diyorum, çünkü sonrasında eylemin sahibinin tövbe edip af dilediği söyleniyor bize.  Tıpkı bizim günaha düştüğümüzde yapmak durumunda olduğumuzu hissettiğimiz gibi, Âdem de Havva ile birlikte “Rabbena zalemnâ…” (Araf, 23’ten) sözleriyle bağışlanma dilediğine göre, onun ismetine toz kondurmasak da, -vari benzerlik sonekiyle türettiğimiz sözcüğümüzde büyük bir isabetsizlik kaydetmiş sayılmayız umarım.  Buradaki, Âdem’in Tanrı’nın emrini bir biçimde dinlememiş olmasını Mevlânâ, bahçıvanın ayağına batan diken metaforu ile ifade ederek ne de güzel açıklamaktadır.  Diken hemen çıkarılıp tedavisi yapıldıktan sonra geriye -deneyimin bilgisi dışında- bir şey kalmaz…
İlginç bir açmaz günah-insan ilişkisi!..  Genel itibarıyla insanlar, ondan sakınmayı hedefler güya; ama asla bunu beceremez!  Bu çelişkili ilişki ise kişinin gerçek mahiyetinin belirleyicisi olmakta!.. Buradaki sadece eylemek-eylememek ikiliğine sığması olanaksız nazik denklemi anlamak, varoluşu anlamlandırmada da kritik bir role sahip kanımca. Nitekim Tanrı’nın emrine karşı gelen Âdem’in eylemi, onun Yaradan’ının gözünde büyük bir düşüşüne yol açmazken, diğer tarafta onun eyleminin arkasında yatan azmettiricinin Tanrı’nın emrine karşı bir duruş geliştirmesi onun tüm mevkiinin altüst olmasına yol açmıştır.
Yani aslında varlığıyla değil de ona karşı takınılan tutumla kötülük unsuru ön plana çıkmakta günah kavramında.  Bence tam da bu noktaya odaklanmalı onu daha iyi anlayabilmek için.  Dürüstçe, soğukkanlılıkla yaklaşılabilmeli bu kavrama ki onun ardındaki düzenek hakkında daha sarih bir bakış açısına ulaşabilelim.
Bir kere kavram çok geniş kapsamlı!  Bir insanı yok etmek de, bir insana dair içten geçen bir ân-ı seyyalelik kem düşünce de günah kapsamında değerlendirilebilir pekâlâ.  Herhalde kendi sıkletince bir karşılığa sahip olmalı bu sonsuz genişliği olan yelpazedeki günah kalemlerinin her biri.  Ama her koşulda geri dönüşü olan bir yoldur bu aslında!  İster bir sineği öldürmüş olmaktan dolayı, isterse kızını diri diri toprağa gömmüş olmaktan dolayı olsun, günah ile kirlenmişlik duygusu yaşayan için, pişmanlık pomadını sürmek ve gerekli diğer tüm tedavi koşullarını uygulamak olanaklıdır ve böylelikle de acı verici iç azabını hafifletmek ve asıl Yaradan’ın hakkına olan riayetsizlikten kaynaklanması beklenen azaptan kurtulmak mümkündür.  Sözünde hilaf bulunması mümkün olmayan bize bunu salık veriyor (Zümer, 53).
İşte bu geri dönüş, aslî olan unsurdur insanlığın var oluşu için; günaha düşme değil!  Yani günahta süreklilik, günahı hoş görmek, onu hafife almak, önemsememek, sıradanlaştırmak, benimsemek gibi vartalardan sıyrılarak onu arızî bir eylem olarak niteleyip derhal uzaklaşmak, insanı insan yapan temel değere yapışmak demektir.  Bir diğer deyişle, günahtaki bilinçli ve iradî süreklilik, insanın var oluşundaki o secdeyi haklı kılan konumunu inkâr anlamına gelir, ve şu hâlde, tıpkı bunu yapan diğer meşhur mahlûkun düştüğü konuma düşmüş olur.
Ama öte yandan her geri dönüş bir yeni sıçrama tahtası hükmündedir insanı varoluşundaki gayeye taşıyan.  Arızî olan düşüşü aslî olan geri dönüşe dönüştürme, gerçek anlamda bir yenilenme, tazelenme, füze rampasından göğe fırlama anlamına dönüşebilir.
Dolayısıyla günaha bulaşma değil, ona nasıl bulaştığın ve ona karşı nasıl bir tutum takındığındır aslolan.  Mevlâna ne zarif söyler bunu:
Eren, zehir yese bal olur; istekli yerse aklı-fikri kararır.