İlham derlerdi, sonra esin oldu.
Türk Dil Kurumu (TDK) “etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce” diye tanımlıyor sözcüğü.
Yani bir yerlerden kulağa ya da zihne üflenmiş bir hâl söz konusu sözcüğe içkin.
Zaten kimi yörelerde halk ağzında sabah yeli anlamında da kullanılır. Sözcüğün etimolojisi de buradan geliyor.
Eski Türk mitolojisine göre kişinin kalbine aydınlık, ruhuna rehberlik getiren perinin yaklaşmasının kişide bir esinti hissetmeye yol açtığı belirtilir ve sözcüğün de bu nedenle kullanıldığı anlatılır.
Kaynağı her neresi ise oralardan bize inceden inceye bir serinlik bazen de sıcaklık taşıyan, içe dolan, zihni harekete geçiren, coşkuyu tetikleyen, ruhu yükselten bir seyelan.
Aynı TDK, sözcüğün eş anlamlısı olan ilham içinse “Tanrı’nın, peygamberlerin yüreğine doldurduğu tanrısal âleme özgü duygu ve düşünceler” ilave tanımlaması yapıyor.
Yani rüzgârın kaynağı daha bir açık ifade ediliyor eski söyleyişte. Üstelik bu kez hedef de net. Herhangi biri değil yani.
Peygamberleri insanoğlunun (bu ifadeyi cinsiyetçi buluyorlar günümüzde artık; o nedenle başka bir şekilde ikame edelim), insanlığın yol göstericileri, muallimleri olarak kabul ettiğimizde -ki imanın koşuludur- ilahi bir dokunuş olarak görmek gerekir şu halde esini.
İslami literatürde kabz hâlinin zıddı olan bast hâline denk düşer bu anlamda. Gönle ferahlık, ruha genişlik katar.
İster esin perisi yoluyla, ister ilahi fısıltılarla gelsin, demek farklı kültürler için aynı etkiler söz konusu. Nitekim İngilizcede de “inspiration” sözcüğü, “hayat öpücüğü vermek, canlılık katmak, ruh vermek” gibi anlamlarla çevrilebilecek “breath into” ve “ilham vermek, vahyetmek, harekete geçirmek, ilahi etkiyle yönlendirmek, canlandırmak, telkin etmek” gibi anlamlarla çevrilebilecek “inspire” sözcükleriyle tanımlanan Latince “inspirare” kökünden türemiş, aynı etkileşimi ifade eden, esine karşılık düşen kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse pek çok kültürün aynı duyguyu benzer biçimlerde deneyimlediği, şu halde belki de evrensel bir olgu ile karşı karşıyayız.
Hemen herkesin zaman zaman ihtiyaç duyduğu ama özellikle sanat gibi, bir anlamda Yaratıcıya öykünülen işlerin döndüğü alanlarla uğraşanların özellikle gereksindiği bir muğlak mefhum. Hani derler ya, mesela yazar için kalem-kâğıttan daha elzemdir diye esin için.
Sanat gibi, özünde insanın kendisini ifade etmesi, varoluşunu dışa yansıtması, birikimini dışarı taşırması gibi bir hâletin bulunduğu bir alanda, kendi geçmişinin ve deneyiminin zaten bu kıvama, bu birikime ulaştırmış olduğu sanat insanında, esin yokluğu sıkıntısı yaşanması ne de enteresan aslında!
Hayattaki deneyimlerin, edinimlerin, birikimlerin ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun hafif bir esintinin kaldıraç kuvveti olmadan bu yığıntı anlamını bulamayabiliyor demek ki bazen! Çakmaktaşının o büyüleyici ilk aksiyonu olmadan cesametli eserler yakmayı başaramayabiliyor gönülleri! Bilgiler, yalnızca birer malumat istifi hâlinde durup durabiliyor bir yerlerde, onları nizama dökecek kılavuz olmadığında!
Velhasıl, Yaratıcının yaratmasına öykünerek işe koyulmuş dolu dolu ruhların bile, ne yaparlarsa yapsınlar O’ndan gelecek bir ince telkihi özümsemeden O’na yaklaşmaları, yakınlaşmaları ne mümkün! Varın gayrısını siz düşünün!