Yürürken bir metal ilişti gözlerine. Normalde ilgisini çekmezdi yerdeki herhangi bir şey almazdı da. Göz göze geldiğinde onu çeken bir şey olmalıydı. Eğilip aldı parlayaran metali kaldırımın kenarından . İlkokula yeni başlamıştı harfleri yeni yeni öğreniyor birkaç harften başka bir şey bilmiyordu. Elindeki dikdörtgen şeklinde ki köşeleri yuvarlatılmış, kenarları içe doğru kıvrılmış köşesinin bir tarafında küçük bir delik, diğer tarafında çentik ve üzerinde de yazılar vardı. Baktı “a, e, l” harflerini tanıyabildi diğerlerini öğrenmediği için hece dahi oluşturamadı. Anlam veremedi elindekine, küçük eliyle küçük cebine koydu. Oyununa son vererek “Babama göstereyim o bilir” diyerek dükkana gitmek için yolunu değiştirdi.
Sokak ile caddenin kesiştiği noktanın sağ tarafında demirci dükkanı solunda tuhafiyeci dükkanı vardı. Tuhafiyecinin yanında sırayla simitçi fırını, bakkal ve her gün gittiği okulu vardı. Okulun duvarlarının bittiği köşede okulun duvarına iliştirilmiş gibi duran küçük bir kulübe şeklinde önünde küçük taburelerin ve boyacı sandığının olduğu ayakkabı tamircisi, tamircinin karşısında yeni açılan belediye ekmek büfesi ve mavi rengiyle özdeşleşen dolmuşların kalktığı dolmuş durağı vardı. Ayakkabı tamircisini geçtikten sonra ileride yine binaların altında dükkanlar ve dükkanların yanında mahallenin kahvehanesi. Dükkanları bu sıradaki ikici dükkandı.
Babasının yanına vardığında babası tezgahta ateşin başında kömür kokusu ile birlikte kimyasalların karışımından oluşan değişik tarif edemeyeceği bir koku içinde çalışmaktaydı. Ateşin yandığı köşedeki duvarların boyası kararmıştı. Bakır tencereler, sahanlar, kaseler, kazanlar sırasını beklemektedir dükkanın değişik yerlerinde. Ateşin çıtırtısı eşliğinde tezgahın üzerinde maşayla tuttuğu bakır tencerenin içini pamukla silerek parlatmakla meşguldü babası içeri girdiğinde.
Dükkanda en çok sevdiği yerde duran pedala bastığında elektrikli fan motorunun çalışması çıkardığı uğultulu sesi ve fan nozulunun ucundaki hafif korlanmaya yüz tutmuş kömürlerin çıtırtılar eşliğinde tekrar alevlenmesi ilk önce mavi ile siyah duman ardından kıpkırmızı ateşin alevlenmesiydi.
Babası “şimdi basma birazdan ben söyleyince basarsın” dedi içeri girip pedala basmaya yeltenince.Babasının ne yaptığına bakıyor ne zaman basarım pedala diye iç geçiriyordu. Pamuğu bir kenara bırakıp tencereyi ateşin üzerine ters kapattığında “tamam şimdi bas” dedi babası. Büyük bir görevi icra eder gibi var gücüyle basıyordu pedala. Yaklaşık bir dakika kadar ateşin üstünde kalan tencereyi alıp parlak kalay çubuklarından birini alıp tencerenin içinde gezdirdikten sonra pamukla silmeye devam etti. Tencerenin içi ayna gibi parlamaya başlamıştı kalay eriyip sıcak tencerenin içini kapladığında. Tencerenin dışı bakır renginde içi kalay renginde sırlanmış bir şekilde babasının elinde yeni gibi olmuştu “bu tamam” dedi.
Cebindeki metali çıkarıp babasına gösterdi. “Baba bu ne ben okuyamadım” dedi. Babası hafif kömür karası olmuş parmaklarıyla aldı metal parçasını. “ oğlum bu künye nerede buldun bunu” dedi. Sokakta kaldırımın kenarında bulduğunu söyledi. “Bak burada ismi soyismi memleketi yazıyor, bu delikten zincir takıp boynuna asarsın. Askerde devamlı boynuna takılı olur iki tanedir” dedi. İsmi tekrar okudu biraz düşündü mahallede bu isimde tanıdığı yoktu. Komşunun akrabalarından Kıbrıs şehidi olduğunu biliyordu belki onlardandır diye düşündü “akşam soralım belki onlarındır.”
Komşularına sorduklarında “bizim şehidin künyesi bu, annesi hep yanında taşırdı iki gün önce bize gelmişlerdi. iki gündür arıyor yana yakıla. Ben hemen götüreyim on yıldır hiç ayırmazdı yanından. Kaybolunca deliye döndü hasta olacak üzüntüsünden” dedi. Acele acele ayakkabısını giyip künyeyi götürdü.
Metal parçası ne kadar önemli ki diye düşündü ama aklı yetmedi bazı şeylere babasına da sormaya çekindi o an. Demek ki önemli bir şey diye geçirdi içinden. Çok sonra anlayacaktı o künyenin neden tek olduğunu ve kaybolduğunda hasta edecek kadar mühim olduğunu.