Özlem


Söylemesi güzel bir isimdir. Yaygınlıkla da kızlara verilmiştir bu isim.
İnternette dolaşan rakamlar doğruysa eğer Türkiye’de 450.000’e yakın insan bu ismi taşıyormuş ve yaygınlık sıralamasında on beşinci imiş.
Kelimenin kökeni öz, Orhun Yazıtları’nda dahi geçmektedir, o denli eskidir: “…Bödke özüm olurup bunca ağır törüg tört bulungdakı…” (…Bu zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi dört taraftaki…); “…kağan uçdukda özüm sekiz yaşta kaltım…” (…kaan öldüğünde ben sekiz yaşında kaldım…) ifadeleri Bilge Kaan Anıtı’ndan okunmuştur.
Özlem sözcüğünün nesnesi kendinden başka bir varlık olduğu halde, görüldüğü üzere sözcüğün özü olan “öz”, kişinin kendisini ifade etmektedir. Tam da bu minvale ışık tutarcasına, kimilerince “özlemin kitabı” olarak betimlenen Oruç Aruoba’nın “Uzak” adlı kitabında “özlem, … işitmeyeceğini bildiğin birisine, yalnızca ona; ama, kendi kendine, ‘neredesin?’ diye seslenmendir” diyen nefis bir cümle geçmektedir.
Daha da derini düşünüldüğünde, öz sözcüğünün de Doğu Türkçesinin temel fiillerinden biri nitelemesi yapılan ö- fiiline, eski Türkçedeki -uz ekinin ulanmasıyla oluşturulmuş olabileceğini söyleyenler var. Buradaki ö- fiili de “düşünmek, bilincinde olmak” anlamlarına geliyormuş.
Buradan bakınca, düşünerek kendiliğinin bilincine varmayla özün ortaya çıktığı sonucu elde ediliyor. Peki başka bir varlığa yönelik bir hissiyat, niye bu kökten hareketle isimlendirilmiş acaba?
Bu yönüyle Türkçeye özgü bir durum var galiba. Bilebildiğim kadarıyla baktığım birkaç dilde bu durumu göremiyorum. Örneğin İngilizcedeki anlamdaşı “longing”, “long” kelimesinden türetilmiş ve “uzama, bıkkınlık verme, keyifsizlik, üzüntü” gibi anlamlar taşıyan sözcüklerle açıklanmakta sözlüklerde. Evet burada da arzulama ve kavuşamamadan kaynaklanan içsel bir sıkıntı durumu var ortada ama bilinçli bir kendilik kavramı ile doğrudan ilgisi yok bunların. Diğer bir eş anlamlı sözcük “missing” de “ıskalama, yitirme” gibi bizdekinden farklı düşünüşleri, hissedişleri içeriyor. İtalyancadaki özlemek fiili olan “mancare” de, özlem karşılığı kullanılabilecek “desiderio” da, “aspirazione” de (içine çekme ile ilişkili bu sözcük de ilginç aslında), “nostalgia” da bizdekiyle örtüşmüyor. Farsçada, Arapçadan alınan, bizim de kullandığımız “iştiyak” sözcüğü ile karşılanıyor özlem. “İstemek” ile örtüşen bu ifade de kendilik bilincine dair bir şey söylemiyor.
Ben de sözcüğün Türkçedeki kökeninden hareketle biraz daha fazla anlam yüklüyorum özleme. Çünkü insanın kendini bilmesi ile ilintisi varsa özlemin, özlenenin de bu bilmeye bir katkısı olmalı diye düşünüyorum ki böyle isimlendirilmiş olsun.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hakk’ı bilmektir

…diyor Yunus. Yani kendini bilmek de Hakk’ı bilmekle olacak iş.
Hani Socrates de demiş ya “gnothi seauton” (“kendini bil”, bunun Latincesi daha meşhurdur: “nosce te ipsum”). Latin edebiyatının gümüş dönemi şairi Juvenal de ünlü “Yergiler”inde ” ‘gnothi seavton’ deyişi gökten inmiştir, yüreğimize işlenmeli ve belleğimizde saklanmalıdır, ister bir eş seçerken, isterse senatoda bir mevki beklerken…” (çeviri Çiğdem Dürüşken’e ait) demektedir. O denli kıymetlidir hakikaten kendini bilmek. Peki özlemle ilgisini nasıl kuruyoruz bu noktada?
Eğer özlenen, vuslatı ile kişinin kendini bilmesine hizmet ediyorsa sözcüğün öz anlamındaki gerçek özlem nesnesidir.
Bunun dışındakiler o asıl özleme dair küçük anımsatıcılar, benzeşen yansımalardır; ama kendimizi bilmeye götürecek yolda bizlere taşıdıkları ipuçlarıyla biz onları da özlem kategorisine koymuşuz. Ki bu küçük özlemlerimiz, gündelik yaşantının olağanlığı içinde, vaktiyle ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, kavuşma ile birlikte zaman içinde çok büyük ölçüde sıradanlaşır, anlam kaybına uğrar, tükenir giderler; lakin kendimizi bilmeye pek o kadar da hizmet etmezler; öte yandan içimizdeki özlemler hiç tükenmez! Çünkü esas özlenen, bizi bilmenin tam doygunluğuna taşıyacak olandır.

Exit mobile version