Kaptan Fantastik: Ben’den Bana

Öncelikle belirtmeliyim ki, bu yazı kapsamlı bir film incelemesi olmayacak. Çünkü Kaptan Fantastik filminin incelemesini layıkıyla yapmak istersek epey sayfa harcamamız gerekir gibi duruyor. Film oldukça fazla konuya temas ediyor ve bu konular iki kelimeyle geçiştirilecek türden değil. Toplum, normlar, ölüm, psikoloji, ahlak, eğitim, sanat, kültür gibi sosyal ve beşeri konulara temas eden Kaptan Fantastik filmini, tek tek kavramlar üzerinden incelemek yerine izlerken beni düşürdüğü boşluğu aktarmaya çalışacağım.

Çoğu insanın meslek hayali kurduğu gerçeğine karşılık benim hayalim donanımlı bir insan olmaktı. Entelektüel anlamda kendini iyi yetiştirmiş kişiler tavırları, duruşları, konuşma tarzı ve üslupları ile bunu belli ediyordu ve bu özelliklere sahip olmak beni bir meslekten daha çok cezbediyordu. Arzu ettiğim entelektüel bilgi seviyesi ve ulaşmak istediğim gelişim düzeyi için çoğu zaman geç kaldığımı düşünsem de Kaptan Fantastik başka bir hayalin ihtimallerini sorgulamaya sevk etti beni. Acaba kendi benliğini yine kendisi tasarlayarak benim geç kaldığımı düşündüğüm bu niteliklere ulaşabilmesi için gelecekteki çocuğuma gereken zemini hazırlayabilir miydim?  Toplumsal dayatmalardan, tarafgirlikten, herhangi bir ideolojinin bağnaz düşünce sisteminden uzak kalmasını sağlayıp kendi potansiyelinin açığa çıkarışını keyifle seyretmeyi başarabilir miydim?

Bunun için ne yapmak gerektiğini düşünürken İvan İlich’in Okulsuz Toplum’ unu anımsadım. Belki de benim gibi sizlerin de aklında mümkün olduğunca insanlardan uzak, toplumdan izole, okulsuz bir şekilde eğitimleri kendinizin verme fikri canlanmıştır. Fakat, bu sefer de psikolojik ve normatif bir takım problemler ortaya çıkabilir. Biz hiç bu tartışmaların içine girmeden etrafından yürüyerek devam edeceğiz. Bunları düşünen ben, dünyanın sadece kitaplardan öğrenilemeyeceğini de düşünüyorum. Hal böyle olunca izole yaşam fikri cazibesini kaybediyor.

Filmden kopmuş gibi görünüyoruz belki ama hayır, filmin içindeyiz. Hatta filmde babanın (Ben) büyük oğluyla girdiği tartışmada oğlunun (Bo) “Kitabı olmayan hiçbir şeyi bilmiyorum!” sözünü hatırlamak destekleyici olabilir sözlerime. Bo’nun bu sitemi, zihnimde tasarlamaya çalıştığım dünyaya isyan eden çocuğun yansımasını izliyor hissi uyandırdı bende. Bütünüyle aynı olmasa bile, benimkine benzer bir kaygıyla toplumdan uzak durmayı tercih eden bir aileyi filmde görüyoruz. Karakterlerin tamamının entelektüel donanımlarının üst düzey oldukları ve sadece kitap okumak değil sanatsal ve sportif anlamda da kendilerini geliştirdiklerini izledik. Yaşadıkları ‘şey’e imrendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Her ne kadar ‘vahşi yaşama’ dönüşlerini fazla uç buluyor olsam da gelişimleri göz alıcıydı.

Film neredeyse başından sonuna kadar bana bildiğim bütün ‘normalleri’ tekrar sorgulattı. Ben ve ailesi topluma entegre olmayı denerken iki uç aile örneğini izleyicinin takdirine bıraktı. Standart “normal” bir aile ve standart dışı “anormal” bir aile. ‘Normal’ olmayan ailemizin farklılığını bilsek bile böyle kabul edilenlerin yer yer beni rahatsız etmesi ve neden normalin bu olarak tanımlandığını düşündürmesi de hoşuma giden bir diğer nokta oldu. Yaşadıkları koşullarda babanın çocuklara yaptığını istismar olarak tanımlarken, filmdeki dede karakterinin pek âlâ haklı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat çocukların lüks yaşamı reddedip tekrar babanın yanına kaçışlarında da, aslında çocukların konfor alanlarının o yaşamın içinde oluşturulduğunu görmeliyiz.

Tarafların çatışmasını izlerken yorulmakla beraber iki tarafı da doğru bulamadım. Evet, ben de çocuklarımı toplum kirliliğinden uzak tutmak isterim ama bunu toplumdan izole şekilde yaşatarak yapmanın onların bir anlamda eksik bırakılmasına sebep olacağını düşünüyorum. Hatta bunu kolaya kaçmak olarak bile tanımlayabiliriz. Yaşadıkları şartların çetin olduğunu düşününce karşı çıkacaklar olacaktır. O yüzden hemen açıklayayım kolaya kaçmakla bahsetmek istediğimin ne olduğunu:Çocuklar toplumdan etkilenmeden bilgiyle daha kolay şekillenebilirler. Fakat eğer onları toplumun içerisinde toplumdan etkilenmeyecek biçimde; olaylara, durumlara, öğrendikleri bilgiye karşı eleştirel bir tutumla yaklaşmayı öğretebilirsek daha sağlam temelli bir geleceğin ve karakterin oluşumuna yardımcı olabiliriz. Ama bu daha meşakkatli bir yol olacaktır. Bu sebeple izole yaşam bir anlamda kolaya kaçmak sayılmaz mı?

Henüz müstakbel çocuğuma nasıl bir hayat sunabileceğim konusunda net bir fikre sahip değilim. Filmin beni alıp bıraktığı boşluk, zihnimde dönüp duran kendim ve kurmak istediğim gelecek sorunlarının ortası oldu. Tekrar normalin ne olduğu sorusunu sordurdu. Toplumun yüzeysel ve sığ oluşunu hatırlattı. Olmak isteğim kişiden uzak oluşumla tekrar yüzleşirken, yazımın sonunu filmin final sahnesindeki “Sweet Child O’Mine” şarkısından bir alıntıyla getirmek istedim; “Where do we go?”

1 Yorum

  1. “Bana bildiğim bütün ‘normalleri’ tekrar sorgulattı.” demişsiniz Hocam. Bu eyleminizi ifadenize hayranlığımı belirtmek isterim. Evet, önemlidir “sorgulayan” olabilmek. Gittikçe büyüyen bir kitleye sahip olsa da, bu olguyu; hala kullanamayan ve hatta reddeden beyinlerle dolu bu dünyada, ne kıymetli “sorgulayan” olabilmeniz. Sorgulamalarımızın sonuca varabildiğini görmek arzusu ile devam edelim “anlamaya çalışmaya…” Yazılarınızı keyifle okuyorum Hocam. Kaleminize sağlık…

Yorumlar kapatılmıştır.