Şu öten garip bülbülün figanı güldür gül
Nesimi
Bin kilo gül yaprağından bir litre esans elde edilirmiş ve geçmişte parfümeri dünyasının bu ihtiyacını karşılayan ülkeler arasında Türkiye ve Bulgaristan öncelikle sayılırmış. Oysa şimdilerde Türkiye gül üretiminde dünyada ilk yirmide yer almıyor. Bu alanda 2013 verisine göre sıralamada 16.iken, ihracat endeksinde de 2020’de 20.sırada görülüyor; hemen arkasından da iç savaş durumu yaşayan Suriye geliyor! Aksine mesela Hollanda’dan, Danimarka’dan, Almanya’dan, Özbekistan’dan, Mısır’dan, Bulgaristan’dan, Moldova’dan, Yunanistan’dan, İtalya’dan, Macaristan’dan, Hindistan’dan gül ithal ediyoruz. Ve bu alanda bile cari açık veriyoruz!..
Büsbütün metalaşan dünyada, şimdilerde gül de dâhil çiçekçilerdeki tüm çiçekler aynı kokuyor!
Oysa…
Ne kıymetliydi gül eskiden!
Saf sevgiyi anlatırdı.
Simyada da mükemmelliğin, yaşamın sırlarının, evrenin, vahdetin sembolü sayılmıştır.
Gül tasavvufta mutlak güzelliğe atfedilir. İlahi aşkın simgesidir. Dervişler başlıklarına gül işlerler.
Özellikle sol partiler de gülü çokça kullanırlar sembollerinde. Özellikle bir yumruğun içinde…
Ama derler ki gül eskiden renksizmiş. Sonra bir gün ona âşık olan bülbüle dikenini saplayıvermiş ve bülbülün akan kanı, güle rengini vermiş! Batılı versiyonlarda ise Afrodit’in akan kanıyla renklenmiştir ve güzelliğini ondan alır.
Ayrıca Hz.İsa’nın kalbini simgeler. Hz.Meryem de dikensiz gül olarak anılır ve elinde gülle resmedilir yer yer. Beş taç yaprağı ile yeryüzünün dört ana unsurunu (toprak, su, hava, ateş) ve bunların üzerindeki saf özü temsil ettiği varsayılmış Orta Çağ filozoflarınca.
Gül, bizde Hz.Muhammed’i sembolize eder; onun terinin gül koktuğu söylenir. Rivayete göre miraçta terler döken Hz.Muhammed’in terinden kırmızı, Burak’ınkinden sarı, Cebrail’inkinden de beyaz gül hasıl olmuş. Klasik Türk şiirinde, naatlarda Hz.Muhammed’in saçına, yanağına yapılan gül benzetmesi bol görülür. Benzer biçimde gülün kokusu onun kokusuna ve terine, gül goncası ağzına, gül fidanı boyuna atfedilegelmiştir.
Türkçe metinlerde rastlanan en eski gül sözcüğünün Atabet-ül Hakayık’ta “hilm bir bahçe gibidir, kerem ise al gül” anlamında bir deyişte geçtiği söyleniyor. Sonrasında ise malum, sayısız şiirin bülbülle birlikte en önemli unsuru olagelmiştir.
Sözcüğün Farsça kökenli olduğu anlaşılıyor. Türkçeye ve Kürtçeye de buradan geçmiş. Kürtçede “gul” şeklinde söyleniyor. Bu bağlamda ilginç bir ilişkilendirme yapılıyor: Kürtçede “kulak” anlamına gelen “guh” sözcüğünün kökünde h harfi söylenmiyor ve gülün (“gul”) ilk harfi ile eşlenmiş oluyor. Bu sözcük kökü, “-lé” ile birleşerek, yaygınlıkla kullanılan bir kelimeye (“gulé”; Sermiyan Midyat’ın “Hükümet Kadın”ında Burcu Gönder’in canlandırdığı karakterin adından anımsayabilirsiniz bu sözcüğü) dönüşüyor ve “bana bak, beni dinle, kulak ver, ilgi göster” gibi ifade edilebilecek bir anlam kazanıyor. Yani “ilgi” isteğini içeriyor. Buradan hareketle çiçeğimiz de bu minvalde “ilgi” ile ilişkilendiriliyor. Sonuç olarak ilgi isteyen ama aynı zamanda ilgiye karşılık veren bir çiçek oluyor gül!
Bu ilişkilendirme bize bir şey söylüyor aslında. İlgi gösterdiğince büyür ve değerlenir nesneler. Metalaştıkça da değerini yitirir! Belki bir ihtimal maddesel değer kazanması söz konusu olsa bile, anlamını kaybeder; varoluşa kattığı anlamın kaybıyla da kültürel değeri ortadan kalkar.
Bizatihi güzelliğin tarifine sıfat olan bir değerimizi bile korumayı başaramamanın üzüntüsünü, bağlam olarak çok ilgili olmasalar da anlam, deyiş, hissediş olarak beni etkileyen şu güllü sözlerle geçiştireyim:
Bir gül, dalında durduğu müddetçe tazedir.
Bir gül, çelenge girdiği gün bir cenazedir.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle.
Geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil,
Kaç kere küllerin arasından doğrulup
Yeniden bir gül olduğunu hatırla.
Mevlâna