Fark Ettiniz Mi?

“Olduğum halimle güzelim.”

“Ben değerliyim.”

“Kendime önem veriyorum, onu önemsiyorum”

“Kendimi seviyorum”

Okurken yabancılamadığımız, hatta artık sıklıkla kullandığımız ifadeler bunlar. Epey bir süre; alışmak, dile yakıştırmak ve düşünceme yansıtmak için çaba sarf ettim. Sizlerin de bu çabaya katıldığınızı ya da bir şekilde dahil edildiğinizi zannediyorum. Ne çok isterdim sizlerle yan yana oturup, bu cümleleri kurarkenki tonlamalarınızı dinlemeyi. Yol hikayelerinizi de dinlemek isterdim. Her birinin farklılığına rağmen bütünde oluşan ‘1’i tekrar tekrar görmek!

Usta bir kalem olsa, belki önce sizi o yollarda tekrar yürütüp, duygularınızda derinleşmenize müsaade eder; sonra şu dayanamayıp söyleyeceğim şeyleri söylerdi size…Ama bu benim için pek mümkün görünmüyor. Direk ana yemeğe geçiş yapmak niyetim.

Siz hiç bir şeyfark ettiniz mi? Dehşete düşüp bir an olsun oturduğunuz yerde kala kaldınız mı öylece? Alınabilecek tüm dersleri almış gibi düşünüp, aynı zamanda yeryüzündeki en cahil kişi olduğunuzu hissettiniz mi? Peki ya bu hal geçtikten sonra, telefon rehberindeki her bir kişiyi arayıp “Allah aşkına söylediklerimi unutun!” demek için ayağa fırladınız mı? Ah ne yoğun bir an! Kendimile baş başa yaşadığım bir an…

“Araştırmaya ve okumaya ihtiyaç kalmadan, bir şekilde kulağımıza esen gözümüze görünen kişilik geliştirici cümleler bütünü.”. Şimdi yazacaklarım tanımladığım bu bütünü incelemek üzerinedir. Zira kendisiyle bir hesaplaşmam var.

Kendimize niyetle takındığımız her bir tutum, kendimize yönelik çizdiğimiz her bir sınır, ona özel ayırdığımız her bir vakit, ve daha niceleri; varlığımızı dışa çıkarmaktır. Biz “kendi” dediğimiz bu şeyi, ruhumuzdan bedenimizden ayırıp maddeleştiriyoruz. Buna bazılarımız onu ‘gerçekleştirmek’ diyebilir. Ama metafizikten madde alemine çekmenin gerçekleştirmek olduğunu söylemek ne denli eksik bir ifade olur, değil mi? Her neyse.

Bu oluşan şey kısa zamanda bir kişilik kazanıyor. Tercihleri, sınırları ve aklı belirginleşiyor. Değişiktir ki; eskiden topluma ve insanlara hayır diyemediğimiz için köle gibi hissettiğimizi iddia eden bizler, şimdi de bu bilincimizle oluşturduğumuz “kendi”mize tutsak oluyoruz. Onun varlığına tutsak, onun sözlerinde esir… Bir değişik durum daha var ki, asıl canımı sıkan durum bu: “Kendi” dediğimiz kişi, hiçbir şey hissetmiyor!

Daha önce psikoloğa gideniniz vardır eminim. Şimdi yazacaklarımı sizler daha iyi anlarsınız sanırım. Ne kadar adım atarsam atayım, seans üstüne seans alayım; içimdeki duygusal boşluğun geçmediğini fark ettim. Hatta bir yer geldi, duygularım ağır gelmeye başladı. Çünkü taşımak için ihtiyacım olan aklımı, desteğimi “kendi”me aktarmıştım. Çünkü öz bende, zırh onda kalmıştı. 

Bu, kişinin parçalanması değil midir? 

Bu, tam bir doğum anı değil midir?

Bu, bir annenin çocuğuna verdiği her şey değil midir?

Ve annede kalan koca koca hisler yumağı.

Sanırım evlilikler bu yüzden sürmüyor artık. İnsanoğlu “kendi”ni doğurmayı öğrendi. Yazık ki henüz bunun ölümcül olduğunun farkında değil…