Çok çeşidi var bu sıkıntının.
Gündelik yaşamlarımızın olağanlığının bir parçası hâline getirdiğimiz can sıkıntısı ve stresten, kelimenin Türkçe’deki yazılı kaynaklardaki öncel kullanımlarında gördüğümüz sıkılmış meyve suyuna dek! Hatta az biraz esneklikle, tüm Varoluşçuluk felsefesinin kökeninde yatan en temel etmen olan kaygı kavramına kadar sorunsuzca götürebiliriz bu yelpazenin genişliğini.
Gerçi, Türk Dil Kurumu (TDK) sıkıntıyı “ruhsal yorgunluk”, kaygıyı “üzüntü, endişe, gam, tasa” ve “gerginlik duygusu”, buradan doğru gittiğimizde, üzüntüyü de “ruh tedirginliği” ile açıklayarak başlangıçta iki farklı mecrada değerlendiriyor sözcükleri. Bu yaklaşım, anlamın açımlanması bağlamında yerinde bir tutumdur. Ama öte yandan, sıkıntıyla anlamdaş olarak saydığı “sorun, mesele, sendrom, problem” sözcüklerinin tamamı bizi aynı zamanda kaygıya da götürür. Tersten de bakıldığında, yine anlamdaşlıkların yolculuğunda, kaygının bizi götürdüğü “üzüntü, endişe, gam, tasa, kuşku, korku, düşünce, teessür, huzuru kaçmış, bizar, işkil, şüphe, acaba, şek, tehlike, muhatara” gibi hep bir sıkıntı durumuna işaret eden sözcüklerle karşılaşıyoruz. Nihayetinde TDK, düşünce sözcüğünde, “tasa, kaygı ve sıkıntı” sözcüklerini eşitleyerek anlamdaş kılıyor. Orhan Veli’nin “Sevdaya mı Tutuldum?” adını verdiği kısa ve hoş şiirinden alıntıladığı “Benim de mi düşüncelerim olacaktı / Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım” dizelerini bu anlamdaşlık paydasına örnek olarak sunuyor bize.
Gündelik yaşamın içinde ruhsal sıkışmayı ifade etmesi bakımından hep olumsuz bir kavram olan sıkıntının, kaygı sözcüğü bağlamında ele alındığında, dikkatle bakılırsa, ilginç bir biçimde bir anda koca bir epistemoloji dünyasının anahtarına dönüşüverdiği görülecektir. Bu dönüşümle birlikte, koca bir felsefe dünyasının, geniş bir akademik literatürün, devasa bir edebi hazinenin başlangıç noktasının, esasında varlık kaygısı ile anlam bulan sıkıntı olduğu görülebilir.
Gerçekte, can sıkıntısı ve stres gibi tümüyle gündelik basitliklerin doğurduğu atmosfer dahi aynı kökene taşınabilir iyice üzerinde durulursa. Zira, “öleceğini bilen hayvan” tanımlaması yapılan insan için anlamsızlıkların ve değersizliklerin içinde sıkışıp kalmışlığa, buradaki çaresizliğe verilmiş isimler bu can sıkıntısı ve stres. Kendisi bunun ayırdında olmasa bile!..
Her gün yaşananın tekdüzeliğinin, ölümün göz ardı edildiği sıradan süreğenliğin, zamanda ve mekânda sıkışıp kalmışlığın, beklentisizliğin ya da beklentilerin erişilmezliğinin, kısıtlanmışlığın, çıkışı bulamamanın adıdır sıkıntı. İnsanlar bu sıkıntıyı aşmak için kendilerini eğlenceye vermeye çalışırlar güya. Bir başka deyişle, Simone de Beauvoir’in ince saptamasına -Paul Valéry’den hareketle bu saptamayı yaptığı söyleniyor- istinaden, modernleşmeyle birlikte insanın tanrı makamına yerleşmesiyle ve dolayısıyla insanı yüceliğe bağlayarak kaygıyı azaltan inancın etkisini yitirmesiyle, sıkıntıya dönüşen yaşama katlanmak için geliştirilmiş bir yöntemdir eğlence. Nitekim Kant da zaman bilincimizle doğru orantıda kendimizi boşlukta hissedeceğimizi söyler; ama çıkışı eğlence yerine çalışmaya verir. Ama ne eğlence ne de çalışma sonuç verir. Hayatı dolu dolu yaşayacağım deyip her düzene gidebilecek imkânlarınız bile olsa bir biçimde varoluşsal kaygıyı, sıkıntıyı içinizden sökemezsiniz. Üstelik, kapitalizmin sürekli kendini yenileyebilmesine ve gelişmesine de bir anlam vermemize katkı sağlayan “Huzursuzluğun Kitabı”nda Fernando Pessoa’nın anlattığı üzere her yenilik, her yeni tüketim nesnesi ona erişim gerçekleştikten sonra sıradanlaşmakta ve içten içe insan tüm yenilerin ve uzaklaşmak istediği eskilerin özdeşliğini keşfetmenin sıkıntısını deneyimlemektedir. Dolayısıyla mevcut yaygın yaşam biçimiyle bir kısır döngünün, sonuç olarak da müzmin sıkıntının müdavimidir insan.
Öte yandan, Ahmet İnam kaygının eski dilde “katkı” olduğunu söyler; onu bir lütuf olarak niteler. Çünkü kaygının arayışları yol bulmayı sağlatabilir insana. Böylelikle aşabilir sıkıntısını ve Yunus gibi söyler:
Bir elif tahsil eden münezzehtir âlemden
Endişe ikliminde niçin durup gezerim
İşte çıkış tam burada, Yunus’un gösterdiği yerde yatıyor! İşte, ne yaparsan yap kaçamadığın sıkıntı, bu çıkışı bulmanın anahtarını sunuyor sana! Ne de küçük sözcüklerle bunların tümünü birden ve çok daha fazlasını içeren bir derya anlatılmış: “Hiç şüphesiz her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır! Evet, her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır! Öyleyse sen boş kaldığında, yeni bir işe koyul.”